Çok istisna örnekler dışında hemen her insanın belli zamanlarda "eğlenme" denen duygulanım biçimini aradığını ve yaşadığını söyleyebiliriz. Hoş zaman geçirme, zevk alma, stresi azaltma, ruh halini iyileştirme gibi sebeplerle buna başvuruyoruz insanlar olarak. Bunu kimi zaman oyunlarla, sporla, kimi zaman sosyal etkinliklerle, bazen sanatla, bazen hobilerimizle, bazen geziler, seyahatlerle, bazen de sadece sohbet ederek yapabiliyoruz. Bunların hayatımızda önemli bir yer tuttuğu muhakkak. Dünya görüşlerimize, yaşama şekillerimize göre değişiyor eğlenceye ayırdığımız zaman. Aynı şekilde zamandan zamana, toplumdan topluma da farklılık gösteriyor tabii. Eğlenme biçimlerimiz de öyle...
Yakınlarımızla, tanımadıklarımızla ya da tek başımıza, eğlenirken gerçekten zaman zaman bu dünyadan uzaklaştığımız, derdi tasayı unutup "İyi ki" dediğimiz oluyor, değil mi? "Çoşku" hâli veya yakınlarında gezerken ne kadar güzel anlardan geçebiliyor insan. "Haz"la doğrudan bağlantılı bu anlar tabii. Fiziksel ya da zihinsel hazlar farkettirmiyor üstelik bunu...
Epikuros gibi hazzın peşinde koşmak, mutlu bir yaşam için bunun gerekliliğini savunmak derdinde değilim. Burada da Aristoteles gibi ölçülü durmak taraftarıyım, en azından pratikte yaptığım bu. Hatta devamlı bir haz, eğlence arayışının, altta yatan başka olumsuz duygulardan kaçış göstergesi olabileceğini biliyoruz Freud ve devamı sayesinde. Yine kendisinin de bir itirazı yok diğer taraftan eğlenmeye, hatta içsel gerilimi azaltarak rahatlamayı sağladığını, psikolojik sağlığın bir göstergesi olduğunu da anlatıyor. Benim kendimi ait hissettiğim durak tam olarak burası eğlence konusunda. Nietzsche'nin eğlenmeyi de yaratıcılığın bir aracı olarak görmesi, insanın potansiyelini açığa çıkarıp yaşamın anlamını bulmada yardımcı olduğu yönündeki görüşlerini kişisel olarak pek tecrübe edemedim. Ancak eğlendiğim zamanlarda da bir tatmin hissiyle birlikte üretmek için uygun koşulları sezdiğimi söyleyebilirim.
Oyun oynamanın sosyal etkileşim sayesinde birbirimize bağlanmak ve güvende hissetmek, bir arada yaşama koşullarını iyileştirmek üzerinden büyüdüğünü bugün antropologlar, sosyal psikologlar sayesinde biliyoruz. Veya eğlenmenin en temel, en popüler göstergesi olan gülmenin de... Bu kadar hayatî, toplumsal hayatta bu kadar merkezde duran bir olgu eğlenmek.
Şöyle biraz geniş ölçekte bakmaya çalışalım. Ülkede son birkaç yılda nelerin değiştiğini düşününce aklıma ilk gelen şey eğlence... Elbette ekonomi, güven, eğitim ve birçok şey sayılabilir. Ancak benim zihnimde parlayan bu. Bir bakalım etrafımıza, toplumda eğlenme namına kaydadeğer bir şey kaldı mı? Konserler yasak, tiyatrolar, sinemalar diken üstünde, sokakta hiçbir türlü faaliyet rahat değil, televizyonda bile eğlence programı yok artık doğru düzgün... Birbirinin aynı dizilerle geçen prime-timeler tüm kanallarda, gündüz kuşağında da bu eğlencesiz toplumun bir yansıması olarak birbiriyle evindeki yatağı dahi düşmanıyla savaşırcasına yarıştıran insanlar ve işkenceleri, kaçırmaları, cinayetleri canlı yayında bizzat faillerle saatlerce anlatan, anlattıran, onların kavgalarını, bağırıp çağırmalarını yayın boyunca ekranda tutan yığınla program...
Evet, ülkedeki gülmemenin, eğlenmemenin birer tezahürü bunlar. Sokakta, günlük hayatımızda neler oluyor peki? Bitmek tükenmek bilmeyen bir agresyon, sürekli bir öfke hâli, kavga etmek için havadan nem kapan insanlar, tartışmaların -ki tartışma konuşarak olmaz bizde- sonunun gelmemesi... Bu kadar sıkıntılı bir haldeyken dahi ufacık, saçma sapan tartışmalara müthiş eforlar sarfeden bir toplum... Kavga gürültüden enerjimiz kalacak da faydamıza olan işlere harcayacağız! Mutluluk endeksli ülke sıralamaları falan mı? Amaan, herkes bize düşman zaten... Tabii ki tüm bunların olmasında bilinçli politik müdahalelerin payı yadsınamaz.
Gençlere verilebilecek en iyi, en gerçek tavsiyelerden birinin eğlenmek olduğunu düşünüyorum. Kendine ya da bir başka canlıya zarar vermeden, bunu bir aşırılık olarak gerçekleştirmeden eğlenmek... Eğlenirken de kendisine alan açabilecek, mümkünse yaratıcılık ve toplumsal sorumluluklar konusunda daha pekişmiş bir bilinçle hareket edebilecek olgunluğa erişmek. Çok zor değil aslında. Belki de mentaliteyi oluşturmak, işin ekonomisini vs. kurmaktan daha kolaydır.