İnsanların aklın yolunu seçtiğini zannettiğimiz günümüzde, pek de akıl alır şeyler olduğunu söyleyemeyiz. Bana göre insanlar aklın yolunu seçmiş gibi görünmüyor. Fakat iş lafa gelince aklın yolunu seçmiş gibi görünüyorlar. Bunu nereden anlıyoruz? Biraz dikkatli bakınca insanların yaptıkları ile söylemleri arasında müthiş bir tezatlık olduğunu görebiliriz. Maalesef herkes bu tezatlığın çok farkında değil. Aksine bu tezatlığı mantıklı bulup bu minvalde ilerleyen çok insan var. Bunun sebebi de bence ego.


Sağ olsun Freud abimiz, bir güzel tasnif etmiş psikolojimizi etkileyen etkenleri. Egoyu da bir güzel tanımlamış. Şimdi millet içinde egonun ne olduğuna dair kesin bir bilgi yok. Ben de inat olsun diye tanımını yapmayacağım, ama başka bir şey yapacağım. Yapacağım şey de yazının içerisinde saklı olacak. Yazının başında belirttiğim gibi insanlar aklın yolunu seçmiş gibi görünüyor olsa da insan hâlâ duygusal ve ahmak bir varlık. Zannımca insanlar hâlâ sezgilerine, çevresinin söylemlerine kulak veriyor veya daha önceki deneyimleri dikkate alıyor.


Eğer bunlar da yoksa artık insan o anki şartlara göre hareket eder ve genelde pişman olur. İşte bu pişmanlıklar sonucunda artık insanda yavaş yavaş bir savunma mekanizması oluşur ve bu savunma mekanizması zaman içinde bir bakmışız hayatımızı şekillendirmeye başlamış.

Bir dizide duymuştum: “Üzerinde yaşadığı dünya hakkında kafasında türlü düşünceler uyduran tek varlık insan.” Bu yüzden insan özgürdür.


Ne kadar kurallarla dolu olsa da dünya, doğa kanunu olsa da hem korkak hem cesur hem iyi hem kötü hem her şey hem hiçbir şey hem evrenin merkezi hem evrende zerre kadar bir toz. İşte bu özellikler insanı bence dünya üzerinde yaşayan pek çok canlıdan ayırıyor. Bu ayrım ki bize dünya üzerinde kendimize has bir yaşam tarzı sunuyor. Sistem içerisinde kendi sistemimizi kurmamıza olanak verdiği gibi, bağlı bulunduğumuz sistemi etkileyecek bir etkiye sahip olmamıza sebep oluyor.


Bu bizim savunma sistemimiz işte. Bu savunma sistemin en büyük mimarlarından biri de akıl dediğimiz meşhur varlık. Elle dokunamaz, gözle göremeyiz ama onun ürünlerini kullanıyoruz veya onunla yaşıyoruz. Gerçekten insanlığın en büyük yardımcısıdır akıl. Peki, insanlar bu yardımcıya ne kadar uyuyor veya ciddiye alıyor diye sorsam dürüst cevap verenleri kestirmek zor olur.


Çünkü varlık, doğası itibariyle bencildir. Önce can der. Fakat insan sosyal bir varlık olduğu için olağanüstü durumlarda kendinden önce ait olduğu topluluğu korumaya yönelik kararlar alabiliyor. Fakat böylesi örneklere rağmen insanı hâlâ rasyonel bir varlık olarak kabul etmek çok zor geliyor bana. Çünkü bir söz vardır, eşek bile bir çukura bir kez düşer. Fakat insan tekrar tekrar düşebiliyor.


Peki, nerede kaldı akıl?

İşte burada akıldan ziyade insanın savunma mekanizması devreye girer. İnsan çok tuhaf bir varlık. Bence o düştüğü çukura tekrar tekrar düşmesinin bile ona fayda getireceğine inanabilir. Çünkü o savunma, genelleştirmeyi sever. Mesela o çukura düştüm. Canım çok yandı, ama çukura düşünce ben başka daha büyük bir kazadan kurtuldum. Bunu diyebiliyor insan. Yani oraya düştüm. Dikkatsiz davrandığını veya başka sebepleri keşfedip kendine ders çıkaracağı yerde çeşitli inanış, fikirler veya zanlar ile bir kalıp oluşturup kendini rahatlatabiliyor.


İşin diğer bir ilginç kısmı da bu inanış veya çıkarım o kişiyi rahatlatıyor ve güven veriyor ki bir daha bunu sorgulama gereği duymuyor. Fakat işte aklın keskin doğası kendini bir kez daha ortaya çıkarıp kişiyi bu kalıbı sorgulatacak ortamlara sokuyor. Ancak keskin aklın gücüne inanan ve kabul eden kişi kalıbı kırabiliyor. Yoksa genelde kalıbın sahibi bazen fütursuzca sarılabiliyor kendi oluşturduğu kalıba. İşte o an akıl devreden çıkıyor ve aklın almayacağı durumlar ile karşılaşabiliyoruz. Şunu demiyorum tabii kesinlikle aklın yolunu izlemeliyiz. Demiyorum, çünkü akıl verilerle ilerler. Şayet eldeki veri içinde bulunduğu durumu çözmeye yetmiyorsa afallar ve o anda devreye sezgiler girer.


Karar alır, verir. İşte o an yine savunma mekanizması devreye girer, durumu çarpıtır ve genelleştirir. Sanki her zaman geçerli olacakmış gibi kalıplar oluşturur. O kalıp da bazen hayatımızı kontrol edip geleceğimizi oluşturur ve farkında olmadan o kalıbın etrafında dolanıp dururuz. Sonra da neden bunlar olup bitiyor diye sorup dururuz, ama aklımıza bu kalıp hiç gelmez. Nasıl gelsin ki? Kendi kendine gayet mantıklı bir kalıp oluşturulmuş ve bu kalıba bakınca güvende hissediyoruz. Bize güven veren bu kalıbı neden sorgulayalım ki? Ne gerek var? Zaten her şey yolunda değil mi?


İşte bize her şey yolunda dedirten bu kalıp ne oluyor?

Tabii, savunma mekanizması. Peki, o savunma nedir? Ego diyebilir miyiz bu savunmaya? İnsanlar egonun bir savunma mekanizması olduğundan bihaber. Kibir zanneden çok fazla insan var. Oysa bambaşka bir şey olmasa bile kesin olarak da kibir olduğu söylenemez. İşte akıllı gibi görünen ama zaman içinde çok da akıllıca olmayan bir mekanizmadan bahsediyoruz. Bu akıllıca olma özelliğini kaybedince bir fikir, diğer fikirler gibi sorgulanıp yerini daha pratik ve daha yararlı bilgiye bırakır. Ama insanoğlu maalesef biraz da üşengeç bir varlıktır. Aslında insanoğlu bu konuda pek suçlu değil. Çünkü sözüm ona maddenin ortak özelliklerinden biri olan eylemsizlik kanununa riayet etmektedir. Bundan dolayı da değişimi ha deyince kabul etmelerini beklemek acelecilik olur. İşte burada akıl devreye girer. Çünkü akıl bilir ki değişimler, birikimli ilerler. Temelsiz bir hareket yoktur. Bazen değişim, bir anda olmuş gibi gelir, ama derinine iyice bakınca öyle olmadığını anlar. Akıl soğuktur kimilerine göre kimilerine göre de insanları umursamaz. Ama aslında akıl son derece duyarlıdır. Soğuktur doğrudur. Çünkü herhangi bir zafiyet belirtisinde zarar, büyük ve kaçınılmaz olabiliyor. İnsanların çoğunda bilgisayar gibi her zaman, her durumda veriyi anında ortaya çıkarıp çözüme ulaştıracak bir özellik olsa da bilgisayar kadar seri değildir. Bu yüzden pek çok insan, çoğu zaman afallar. Bunun sonucu olarak da kanımca aklı suçlar. Akıl suçlanınca hemen kabullenmez tabii. Ama bu durum hep devam ederse insanlar aklı terk edip savunma mekanizması olarak gördüğüm egonun çatısı altına sığınır. Bu durumda dışarıdan aptalca görünen eylem ve davranışlar ortaya çıkar.



İşte bu savunma mekanizmasının apaçık egemenliğinin başladığı noktadır. Kendine güzel isimler de bulur. Totem, uğurlu eylem veya nesne vb. pek çok şey bunlara örnek gösterilebilir. Ayrıca motivasyon kaynağıdır. Mesela, falan filan şartlar gerçekleşirse mutlu olurum veya hedefime ulaşırım. Mazeretlerle kişinin kendisini avutmayı ya da kandırmasını sağlar. Bu savunma mekanizmasının konfor alanına kaptırdı mı insan kendini artık kolay kolay çıkamaz. Hatta bu konfor alanı acı çektirse bile çıkamaz. Bana göre bundan kurtulmanın yolu sorgulamadır. Saf aklın eleştirisiyle bile çıkılamayacak durumlar vardır. Bu yüzden insan bir bütün olarak hareket etmeli ve etkileşimlerde bulunmalıdır. Savunma mekanizmasının sağladığı konfor alanından çıkmayı göze almalıdır. Tabii bu karar son kertede yine kişinin kendisine kalmış bir karardır. Yerinden memnun olanı, memnun olduğu zarar verse bile memnun olduğundan vazgeçiremeyiz.


İşte bu yüzden insanı insan yapan en önemli özelliğin, kendini cahil olma durumundan kurtaracak akla, sorgulama yetisine ve güçlü sezgilere sahip olduğuna inanıyorum. Aklı ve sezgilerimizi kullanalım ve her şeyi ama her şeyi sorgulayalım. Bütün meziyetlerimizi kullanalım ve insan olmanın tadını çıkaralım. Çünkü konfor alanı bence evde oturmaya benzer ve evde oturan ölür.