Şekilci bir ruhun şekilsiz hayatından karelerle geçmişe yaptığı minik dalışa son verdi. Usulca uzandı her gece soğuk terlerle uyandığı yatağına. Hayatının büyük bir kısmını geçirdiği yerdi burası, bazen ölümsüz gibi hisseder ve uçmak isterdi; bazen de ölümlü acizliğine sıkışıp kalırdı, çarşaflarıysa en son ne zaman değiştirdiğini hatırlamıyordu. Hapsolmuş gibi hisseden bedeni ve zincirli, asılsız fikirlerinin derin olmayan manasız tekrarlarına yine başladı.


Kendini severdi, özündeki iyi insanı ve diğer insanlardan ona yansıyan kötü insanı severdi. Değerliydi kendi gözünde, ama sadece kendi gözünde. Uyanık olmayan, kafası alengirli işlere basmayan biriydi. Düz düşünür ve düz yaşar, basit şeylerle mutlu olur ve tekdüze hayatının hareketsizliğinden bile hoşlanırdı. Fazla insan sevmezdi; ölü insanların yaşayan kitapları en yakın arkadaşı, altını çizdiği her bir harf de sırdaşıydı.


Yanlış insanlarla çok uzun zaman geçirmişti.


Şakaklarında hafif bir uykusuzluk ağrısı baş göstermeye başlayınca kalktı ve onu daha da dibe çektiğini henüz fark etmediği düşünceleri bir kenara kaldırdı. Şekilciydi ama egosu yoktu, sadece dışına çıkmadığı ve kimseyi de almadığı net ve kalın kırmızı hatları vardı. Belirsizliğin içinde süzülen gri bir ruhu vardı ve bundan memnun değildi. Yanlışını bilip ısrarla düzeltmeyen biriydi, dağınık düşüncelerden haz duyardı, konudan konuya atlayan bir beyni vardı. Kimisine göre güzel ama kendisine göre berbat olan yağmurlu havayı görmek baş ağrısını arttırdı. Kendine yalan söylerdi, hayal kurmaya verdiği isim buydu, bitmeyen gecelerde durmadan kendi kendine mutlu olacağını fısıldar ve yalan söylerdi. Mutsuzluğuna çare olacak kimsesi yoktu, sırdaşı olan cümleler de ona yardım etmiyordu. Ne yapıyordu? Bu hayat yaşanmayı hak ediyor muydu? Ne bekliyordu da beklediğini alamıyordu bu eğreti dünyadan? Mutsuzluğuna kulp bulamadı.


Yatağına tekrar uzandığındaysa ölümsüzdü, yine uçmak istiyordu ama ruhu gibi gri bir belirsizlikte, boşlukta değil. Son gördüğü şey komşusunun rengarenk çiçekli balkonu olmalıydı; son kokladığı, soba bacalarından çıkan iğrenç duman kokuları ve son hissettiği ise nefret ettiği soğuk yağmur taneleri. İrkildi, çakan şimşeğin de etkisi vardı ama ruhsal ve fiziki olarak tuhaf olan kafasının içinde bile ölüme bu raddede yakın olmak onu ürpertti. İlk defa düşünmedi, pencereyi açtı, aşağı baktı ve yapamadı. Pencerenin tozlu pervazına ne kadar sıkı tutunduğunu fark edince histerik bir şekilde gülmeye başladı, tozunu hiç almadığı mermerin yine tozlu ve izbe hayatına tutunma sebebi oluşuna güldü. Sakinleşince kurtulamadığı ve onu hayati bir organından nefret ettiren düşünceler onu tekrar ele geçirdi.



Belki de hayatındaki yanlış sevdiği tek şey olan özünün ta kendisiydi.