Dünyaya zarar veren ve doğanın tahrip olmasına yol açan, bütün insan eliyle yapılan olaylar tarih boyunca bireysel çözümlerle, kişilerin dikkat etmesiyle çözülebilir gibi anlatıldı. Asıl olan, dünyanın bu duruma gelişinin nedeni, küçük bir mülk sahibi sermayedarların elinde bulundurduğu ekonomik güç ile tüm dünyayı tahakküm altına almasıdır. Burada yapılması gereken ilk hedef kamunun ekonomik gücü elinde bulunduranlar üzerinde denetleyici rol alması olmalıdır. Bize anlatılan ise kişilerin bireysel olarak su, gıda ve enerji gibi kaynakları kullanmaktan vazgeçmesiyle bu sorunun ortadan kalkmasıdır. Bu şekilde anlatılmasının nedeni ise kamuyu oluşturanın kendisinin sermaye oluşudur. Bu çelişki sonucu dünyanın büyük çoğunluğunu oluşturan halk yığınlarının tek tek kullandıkları kaynaklardan imtina etmesi beklenir.


Gerçek hayattan kurgulayacak olursak; televizyonlarda kamu spotu olarak yayınlanan reklamlarda bulaşığı elde yıkadığımız için suyu israf ettiğimiz anlatılır. Fakat vatandaşın bulaşık makinesini alabilecek ekonomik gücü olup olmadığı hiç sorulmaz. Buna karşılık akşam vakitlerinde toplu taşımayla seyahat ederken ilçelerin park ve bahçelerinin loş ışıkları gözümüzü alır. Bu bize gösteriyor ki halkın üretimden gelen emeğiyle oluşturduğu dünya kamu politikalarıyla şekil alır. Tasarruf yapmak sadece diş fırçalarken musluk kapatarak ya da deodorant kullanmayarak olmaz. Tasarruf öncelikli olarak milyonlarca atığı doğaya bırakan fabrikalarda başlarsa doğa tahribi ortadan kalkar. Şimdi sormak lazım: Dünya'nın ekolojik dengesini ve kaynaklarını israf etmek televizyonlarda anlatılan reklam kadar basit mi?


Türkiye’de tam olarak farkında olmadığımız ve yeterli çözüme kavuşturmadığımız esas sorunlarından birisi doğaya bıraktığımız atıkların geri dönüşüme oldukça az katılması sorunudur. Örneğin; Afyonkarahisar bölgesinde bulunan mermer ocaklarından çıkan atıklar sadece 1 yılda 4 milyon ton civarında atığı doğaya atık bırakmaktadır. Türkiye genelinde ise bu durum daha vahim bir hal almaktadır.


Bugün, içinde bulunduğumuz pandemi koşulları ilk başladığında fabrikada üretildi, birileri tasarladı, bir şekilde yapıldı denerek başlandı. Covid-19 virüsüne benzer ya da daha önce bir benzerine rastlamadığımız milyonlarca virüs buzullar altında. Buzullar eridikçe yüzyıllardır buzulların altında bulunan virüsler ortaya çıkıyor. Bu güncel sorunu yaşayanlar olarak doğru analiz etmeyi başarabilirsek yazı konumuz olan doğa ve kaynaklarımız derdini aşabiliriz.


Dünyayı kasıp kavuran pandemide yaşadığımız en net gerçeklik; insanların büyük çoğunluğunun salgından korunamazken küçük bir azınlığının ise buna karşı kendini koruyabiliyor olmasıdır. Şimdi soruyorum sizlere: dünyayı ayakta tutan, her gün fabrikaları, atölyeleri dolduran işçiler asgari yaşam koşullarını dahi zor karşılarken dünyayı yok edecek kadar neyi israf edebilir? Olması gereken kamu gücünü elinde bulunduranların bugün pandemide uygulaması gereken eşit vatandaşlık kurallarını doğa ve kaynakların tahribatı konusunda da eşit bir şekilde uygulaması gerekir. Eşitlik diye bahsettiğim bu kavram çok kıymetlidir. Burada bir hataya sebep olmamak için şunu açıklamak isterim: eşitlik güncel koşullarda zengin ile fakir arasında kurulamayacağı için bu durum ortadan kalkmadan tam anlamıyla bir eşitlik sağlanamaz.


Pandemide vereceğimiz sınav konu başlığımızda geçen bütün sorunların ileride ne kadar can alıcı bir noktaya gelip gelmeyeceğini bize gösterecektir. Burada verilecek olan sınav iki taraflıdır. Taraflardan birisi kamu gücü, diğeri vatandaşlardır. Vatandaşların çıkaracağı ders, kamu gücü ve politikalarının eğilimlerinin ne yönde olacağını belirleyecektir.

Raporumu Thomas Sowell’ın "Ekonomi kimsenin amaçladığı şeyle değil, ortaya çıkan şeyle ilgilenir." sözüyle bitirmek istiyorum.