İnsanlıkla birlikte başlayan ve sonraki süreçte farklı varyantları ile karşımıza çıkan şiddet kavramını bir de ekonominin gözünden çok defa algılamaya çalışmışızdır. Bu evrilme sürecinde, dünden bugüne tam anlamıyla bir değişim olduğunu ifade etmeye hala dilimiz varmamaktadır. Bu ekonomik olgu anlayışı kadın ile beraber yan yana nefes almaya devam etmektedir. Üstelik kadınlar, çalışma alanlarında sahip olduğu hürriyetleri hakkında herhangi bir fikir yürütmekte dahi henüz zorlanmaktadırlar. Bilhassa küçük şehirlerde yaşayan kadınların neredeyse hepsi bu sıkıntıları hayatın normal akışı olarak görmektedir. Geçmişte olan ve halihazırda bulunan kadın tabusu, bu yerlerde daha kötü sonuçlar doğurmaktadır. Bu tabunun derdi; kadın başlığı altındaki “birey” olanla değil, tesadüfen sahip olunan cinsiyet ile. Bu evrilme sürecinde -en azından belli bir zaman aralığında- nelerin aslında yerinde saydığını minik de olsa görmek açısından 2014 yılında belli bir dönem bulunduğum bir Doğu şehrinde yaptığım araştırmayı paylaşmak isterim:
Araştırma kapsamında konu muhatapları kadınlar ile görüşmeler yapıldı. Araştırma sonucunu eğitimsizliğe, çaresizliğe, gelenekçi ataerkine ya da birtakım dinsel yorumlamaların bugüne noksan bir şekilde yayılmasına bağlayabilirsiniz. Ancak tüm bu görüşmelerden çıkan net bir sonuç var: Bu kadınların hem ekonomik alanda hem aile içindeki hem de eşsel şiddeti iliklerine kadar yaşadığı. Ve başka bir hayatın mümkün olduğunu hayal edemeyişleri, onları gitgide kamburlaştıran bir ur haline getirmiştir. Bu araştırmada gerekli kavram ve konular nitel araştırma yöntemi (Görüşme Tekniği) ile açıklanmaya çalışılmıştır. Konuşulanlar, bilgilerin kalıcılığı için görüşme sırasında not alınmıştır. Bu çalışmada amaç; küçük bir şehirde yaşayan bir grup kadının karşılaştıkları sıkıntıları, çalışma nedenlerini, yaşadıkları problemleri ifade etmelerini sağlamak ve farkındalığı arttırmaktı.
Birinci çalışma grubu, eşit sayılarda oluşan kadın ve erkeklerden oluşan üniversite öğrencilerinden oluşmaktadır. Her öğrenciye sorulan soru, “Kadının ekonomik özgürlüğü erkek üzerindeki otoritesini artırır mı?” şeklindeydi. Cevaplar incelendiğinde genel olarak erkeklerde, kadınların ekonomik özgürlüğünün kendileri üzerinde otorite kuracaklarından kaynaklanan korkularının olduğu görülmektedir. Bu nedenle çalışmayan kadın seçmek ya da kendilerinden daha az maaş alan kadınlarla evlilik yaparak bu durumu ortadan kaldırmak istedikleri gözlenmiştir. Kadınlar ise, ellerinde olan ekonomik özgürlüğün evliliklerinde kendilerini otorite sahibi yapacaklarına inanmaktadırlar. Bu düşünceye sahip kişilerin üniversite mezunu olmaları da kültürün, yetişme alanında bilinçaltına işlenen modalaşmış kalıp kodların eğitimin de önüne geçtiğini gösteriyor.
İkinci çalışma grubu; farklı yerlerde çalışan, farklı yaş gruplarında olan birkaç kadından oluşmaktaydı. Kadınlardan biri hariç herhangi bir yükseköğretimi bitirmemiştir. Bu onları daha bağımlı bireyler haline getirmiştir. Kadınların çoğu, çalışma kararı aldıkları andan itibaren ailelerinden tepkiler aldığını belirtmiştir. Bu da aslında şiddetin yakından uzağa doğru yayılım gösterdiğini ifade eder. İlettiklerine göre kadınlara, çalıştıkları ortamda erkeklerin olmaması şart koşulmuştur. Ailelerini ancak kadınların yer aldığı bir ortam olursa çalışmaya ikna edebileceklerinin farkında oldukları için duruma baştan o şekilde yaklaşmışlardır.
Küçük şehirle aile arası statü ilişkisi daha keskin hatlarla karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle kadınlar temel ihtiyaçları söz konusu olduğunda bunu açık bir şekilde ifade edememektedirler. Çünkü çoğu kadın temel ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmak istediğini ya da baskı altında hissettiği çatı altından dışarı çıkıp farklı kişilerle iletişim halinde olmak için çalışmak istediklerini ifade etmişlerdir. Aile şiddetinin yanı sıra birkaç kadın, eşi tarafından fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kaldığını belirtmiştir. Çalışmak onlar için eşlerini susturucu, eve para gelişi sağladığı için kendilerini koruyucu bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kısacası yapılan görüşmelerin hepsi de çalışma alanlarında ve iş bulma aşamalarında ciddi sorunların olduğunu göstermiştir. Kadının yıllarca süren fiziksel şiddetinin yanı sıra eklenen ekonomik ve manevi şiddet aslında kadını tek başına bıraktı. Kadın hizmet etmeyi öğrendi, ses çıkarmamayı öğrendi, itaat etmeyi öğrendi ama özgürce sevmeyi, bence diye başlayan cümleler kurmayı, hayır demeyi öğrenemedi. Ne zaman ki kadın eğitim alanında kendini göstermeye başladı, işte o zaman kadın “Ben de varım.” demeye başladı. Tüm bunlara rağmen “Kadın istihdamı tam anlamıyla sağlandı mı?” sorusuna verilecek net bir cevap yoktur. Küçük şehirlerdeki dogmatik düşünce gelenekselleri bu durumu daha da içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Ve yine küçük şehirlerde kadınlar kadınlıklarından feragat etmeye devam etmektedirler.
Toplum olarak süregelen çarpıklığımızdan biri de kadınDAN beklenilen şeyler olarak nitelenen olgular, yıllardır kadınDA gerçekleştiremediğimiz öz güven noksanlığıydı. Umuyoruz ki bu abartılmış patolojik ahlak(sız) anlayışı ve insanlar bir gün el ele tutuşup tarihe karışacaktır.
Alt Bilgi: Yazıda söz konusu kadınların sayısı ve araştırma yapılan şehrin doğruluğu, 2014 yılında yazıya geçirdiğim makalem ile saklıdır. Makalenin tamamı burada paylaşılamayacağı için durum kısaca özetlenmiş ve betimlenmeye çalışılmıştır.