Ne varın ne de yokun olduğu, zaman kavramının dahi bulunmadığı belirsizlikten ibaretti her şey. Yalnızca O vardı. Ebedi ve ezeli olan, öncesiz ve sonrasız gücün sahibi O vardı. O'nun dışında sadece sonsuzluk ve belirsizliğin hükümranlığı altına alınmış hiçlik vardı. 

Sonsuzluğun içinde yine sonsuzluğun var olduğu bu hiçlikte, Büyük İlahi Ruh (O)'un gölgeler arasında belirsizliğin zıttını yaratmasıyla başlamıştı tüm bu serüven ve yaşam. Bu gayesiz sonsuzluğun ve mutlak hiçliğin hakimiyeti ne kadar sürdüğü bilinmezken, bu hükümranlığın sonu bir destanın başlangıcı oldu. Büyük İlahi Ruh (BİR) bu gayesiz sonsuzluğun, bu manasız ve mutlak hiçliğin hüküm sürdüğü karanlıkta, kendi hükümranlığını yaratmaya ve saklı tuttuğu ganimetlerini saçmaya karar verdiğinde, başını ve sonunu kendi içinde barındıran Yaratılış Destanı'nı başlatmış oldu. 

*** 

Sonrasızlığın ve sessizliğin içinde, hakikat belirsizliğe galip gelmiş ve her şey aniden BİR'in ilk buyruğuyla vuku bulmuştu. "Işık olsun." Hiçliğe karşı O'nun varlığını haykırırcasına karanlığın içinde nice ışık taneleri belirdi ve bu manasız hiçliğe bir son verdiler. Birbirlerini haberdar edercesine ve birbirlerinden cesaret alırcasına, başlarda sayılacak gibi duran bu ışık tanelerinin sayısı bu fısıldamaların ardından bir anda niceleri aşmış ve kainatın o dipsiz boşluğunda asılı kalarak salınmaya başlamıştı. Işık taneleri mukavemet edilemez bir kudretin etkisiyle tüm evrene yayılırken Büyük Ruh yine gölgelerin arasına karışmıştı ve yıldızların bu varoluş mücadelelerini kendileriyle baş başa bırakmıştı. Hükmünün ardından kalan fısıldamalar uğultulara, uğultularsa çığlıklara dönüşmüş, birbirlerini haberdar eden ışık taneleri tüm evrendeki karanlığa adeta savaş açmışlardı. Biri diğerine, diğerleri geri kalan tüm ötekilere ilk buyruğu aktarıyor ve raks edercesine gizin ardında kalmış hakikati özgür kılıyorlardı. Işığın karanlığa karşı mücadelesi, hakikati açığa çıkarma arzusu var olan en büyük gerçekliği altüst etmiş, evrendeki denge bir anda tepetaklak olmuştu. Artık arasında saklanabileceği gölgeler dahi kalmamıştı BİR için. Bunca ışığın arasında ve binbir renge bürünmüş parıltılı semanın üzerinde yalnızca tek bir yer kalmıştı karanlığını ve gizini korumayı başaran. Büyük Ruh o karanlığı gördü ve o karanlığı aydınlatma gayesi içine bürünmüş nice ışığın, karanlığın içinde kayboluşunu da gördü. Karanlık, bir girdap gibi hepsini içine çekiyor lakin ardına sakladığı gizden zerre ödün vermiyordu. Bir tarafta tüm göğü kaplayan sonsuz ışık, bir tarafta ise kırılmayan iradesiyle ve tükenmeyen kudretiyle göğün üzerine sıçramış bir leke gibi duran karanlık. Büyük Ruh bu mücadele için önceleri epey müsaade göstermişti. Lakin galibi olamayacağını anladığı sırada müdahale etmeye karar vermiş olacak ki tüm kudretiyle göğün üzerinden kayarak süzülmeye başlamıştı. Sonunda karanlıkla karşılıklı bir yakınlaşma içerisine giriştiler. Birbirlerini tüm alakayla süzdüler. Karanlık onu da yalnızca var olan yıldızlardan biri sandı ve büyüklenme cürretine kalkıştı. O vakit BİR'in hükmeden ezgisi karanlığa yalnızca fısıldamıştı:

"Ardındaki gizi açığa çıkar..." 

Bu fısıltı oldukça acı ve gazap doldu bir çığlığa dönüştü ve onu, ardına gizlendiği karanlığından söküp çıkardı. Karanlığı ise evrenin dört bir yanına dağılmış ve ışık tanelerini beraberinde sayılamayacak ölçülerde uzaklığa fırlatmıştı. Kudreti öylesine büyüktü ki tüm göğü büyük bir karartı kapladı ve ışığın göğün üzerindeki raksına son vermişti. O engin parıltılardan ve danstan geriye yalnızca uzaklardan seyir etmekte olan kısır şavkları kalmıştı. Bir vakitler göğün hakimi olan şavkları şimdi yalnızca karartının üzerindeki ziynetlere dönüşmüş, hakimiyet artık sonradan gelen ve kudreti muğlak bir karartıya kalmıştı. Lakin bu karartı sanılanın aksine peyda olanı gize teşvik eden bir yanılgıdan ziyade, önceleri ışık cümbüşünden hiçbir şey görünmeyen göğe denge getiren ilahi dokunuş gibiydi. Şavktan görünmez olan yıldızlar şimdi kudretli bir dokunuş ile evrene dağılmıştı ve artık göğün emsalsiz güzelliğinde ait olacakları yerlerini almışlardı. Sonunda gizin ardından diğerlerinden oldukça farklı ve kudretiyle dengelerin yeniden kurulmasını sağlayan bir yarısı karanlığa, diğer yarısı ise görülmemiş güzellikteki ışığa ev sahipliği yapan bir varlık çıkıvermişti. Büyük Ruh güzelliği karşısında adeta büyülenmişti. Bilahare ilahi kudretiyle boşlukta salınanı süzmeye başlamıştı. Bir yanı dipsiz karanlıkların içinde kaybolurken, diğer yanı gizemli kurtuluş çağrılarını barındırıyordu. Bir yanı ulu merhamet ezgileri söylerken, diğer yanını güzelliğin ardına gizlenmiş acı dolu çığlıklar süslüyordu. Bunlar girdabın ardına sürüklenip ışığını kaybetmiş olan yıldızların ezgileriydi. Karanlık kısmı göğün yansımasını almıştı, diğer yanıysa Büyük Ruh'a en yakın güzellikte ışıldamaktaydı. Sonunda bu sessizliğe son veren Başlangıcı ve Sonu Olmayan BİR oldu. Halinden hoşnut ve hakim olan bir büyüklükle hiçlikten doğan eserine doğru tecelli ederek, varoluşun temellerini sarsan kudretiyle çağrısını haykırdı. 

" Ey Elveros... İlk Yaratılan..." 

Bu sesleniş öyle gürültülü ve lisan kullanılarak yapılmış değildi. Bu yalnızca var olan Elveros'un idrak edebileceği türden göksel bir ezgiydi. En derinlerindeki sessiz hüküm, bir o kadar da sarsıcı kudretle gelen bir sezgi gibiydi. Hiçlikten var olan ve yegâne olduğunu sanan Elveros, ezginin kudretiyle irkilerek huşu içinde ilmine hakim olamadığı BİR'i selamladı. Çok geçmeden efendinin çağrısı yeniden duyuldu. Şimdiki gür fikirlerin ve çetrefilli düşüncelerin arasından gelen boğuk, lakin oldukça memnuniyet barındıran kudretli bir ezgiydi. 

"En güzel eserim..."