O alacakaranlık bastırırken oturduğumuz tahta bank bizden daha samimi, net, çıkarlarla dolu, komplike, mutluluk verici, kafa karıştırıcı bir ilişkiye daha şahit olmamıştır. Dondurucu soğukta sevgilim, bana yakın kimsem yokken en karanlık anlarımda sen bütün sıcaklığınla oradaydın, neden oradaydın, ne için oradaydın bilmiyordum, öğrenmek; bilmenin ağırlığı altında ezilmek veya bu zarafeti bozmak… Bunları hiç istemedim. Şimdiyse her şey, yemyeşil bir parkta güneş bütün gücüyle parlarken yapılan bir yürüyüş gibi güllük gülistanlık; öyle güzel, öyle kusursuz, öyle pürüzsüz ki içimden bir sesin bana olanca gücümle kaçmamı söylemesine yol açıyor. Ardıma bakmadan, kayıplarımı saymadan, plan yapmadan, buradan bir parça taşımadan, her şeyimle kazandığım, kaybettiğim burayı anımsatacak her şeyi atarak kaçmamı… Sen benim kötü günlerimi aydınlatmak için gelen bir aracı mıydın diye düşünmeden duramıyorum; her şey zorken benim için orada olan ama güzel hiçbir şeye gelemeyen, kaossuz, zor veya karmaşık olmayan şeylerle arası olmayan biri… Sonraysa bu saçma düşüncelerimi kafamdan atıyorum, aklıma dudaklarıma bakarak gülüşün geliyor; kokun, dokunuşun… Gökyüzündeki yıldızları izleyerek geçirdiğimiz geceler, bunu yaparken dinlediğimiz o ironik şarkı, bana sarılışın, beni ısıtışın, omzumda yatarken okşadığım saçların, yavaşça içime çektiğim kokun, sahte olamayacak kadar küçük detaylara gizlenmiş nezaketin... Zor zamanlarda sığınılan bir liman, zor zamanlarımda sığındığım bir liman olduğuna inanmak…Kalbimi parçalayacak yegane şey…