İnsan, içsel tözünün sunduğu bağlamın kendisidir. Kısacası insan enerjinin kendisidir. Ve bu enerjiye sahip olmak için yaşam diyagramında birçok kez evrim devrim geçirmiştir. Bu bağıntıdan hareketle insanlığın ve canlılığın anlam ve mânâ denklemi üzerine neler söylenebilir ve ne söylenmelidir?

Canlılık, biyolojik olarak tanımlandığında bedensel form üzerinden şekillenen bir gerçekliktir. Ve bu gerçekliğin diyagramı eylemsel durumla kendini tezahür eder. Ettiği noktada zaman hareket bağıntısı mevcuttur. İşte bu canlılığın edimsel varoluşunun göstergesidir. ancak bunun diğer bir yanı ruhsal tavrı da söz konusudur. Yani insanın içsel enerji iklimi. İşte birey bu enerji gücüyle karşılaştığında bedeni formu ayak uydurduğu durumda ya da enerjisini kendi isteği doğrultusunda yönelttiğinde veya enerjinin gücüne kendini bıraktığında canlı olma özelliği kazanmış olur. Peki fizikteki enerjinin korunumu kanunu gereği birey canlılık formunu yitirdiğinde o enerjiye ne olur? Yok mu oluyor? Tabii ki hayır. O enerji dönüşüme girerek formunu değiştirerek farklı canlılara aktarım sağlayarak dairesel döngüyü tamamlıyor. Kısacası yok olmak yerine dönüşüm suntası altında ezilerek ya da preslenerek farklı bir bağlantıya evriliyor. 

Ölüm, canlının bedensel formunu kaybetmesi ancak enerji itibarıyla devinim göstermesi olarak anlaşılabilir. Yani evrende yok olmak yerine onun devinim tezahürüyle karşı karşıya kalmaktayız. Böylelikle ölüme karşı bir savunma mekanizması geliştirmiş olabiliriz. Ancak metafiziksel olarak bu anlatım kabul görmeyebilir. Çünkü metafiziksel tüm anlatılar ölümü soğuk ya da sıcak bir tavırla canlılığa sunarak kabul ediliş biçimleri üzerinden kendini şekillendirerek varlığını kazanmaktadır. Buradan hareketle canlılık ölümü de kabul ederek hayat serüvenine devam eder. Kısacası canlılık ölümü dahi bazen yadsıyarak da olsa kabul eder.

Sonuç olarak insan canlılık sahnesinde ölümle birlikte rol kazanır. Ve kazandığı rolü kendine sunulan done ve dominler üzerinden var ederek davranışta bulunur. Böylelikle hem canlı olma hem de ben olma şuuruna ulaşır. Çünkü şuuruna ulaşamayan tüm varoluşlar aslında var olmaktan bihaber derecede sadece arkaik olarak hayatta olduklarını varsayar. Yani ne bir gerçeklik kriteri ne de yanlışlanabilir bir açı gösterirler. Çünkü onların da rolü o olduğu için anlam ve mana siferine bu bağlamda eklenirler. Bu yüzden canlılık ve ölüm denklemi hayat enerjisinin deviniminden, örtüşmesinden ve evriminden kaynaklanmaktadır. Bu da canlılığın sürekliliğini doğurduğu gibi ölümüne de kapı aralamaktadır.