Fareler giremez!
Ayıyla fare arkadaş ha?
Hayatta olmaz. Rezalete bak!
Anlaşıldı mı Celestine?
Ernest anlaşıldı mı?
Ön yargıların ördüğü katmanlı duvarları aşıp kendini bulan gerçek dostluğun kahramanları küçük fare Celestine ve ayı Ernest. "Bu işte bir yanlışlık var, ayı ile fare bir arada olamaz!" diyenler için kalıpların yıkıldığı, sıcacık gülümsemeyle bir solukta kendinizi pamuk yığını yahut bulutlar arasında hissederek izleyebileceğiniz Stéphane Aubier, Vincent Potar, Benjamin Renner tarafından yönetilen uluslararası ortak yapımı bir animasyon komedi-drama filmi.
İzleyiciyi yeryüzü ve yer altı olmak üzere iki dünya karşılar. Fare kemirgenlerinin yer altında kurdukları sistemli şehirde yaşam kurallara sıkı sıkıya bağlı, kusursuz bir düzende ilerler. Hassas, narin olan bu canlıların en büyük gücü kesici dişleridir. Toplumlarına güç veren, onları var eden bütün bu düzenin asıl kaynağı da odur. Farelerin dişleri yaşamıdır.
Film yatakhanede başlar, müdür her gece olduğu gibi o gece de "Büyük kötü ayı neyi yemeyi tercih ediyor dersiniz? Onlarca hatta binlerce küçük fareyi..." vb. tümceler barındıran "Büyük Kötü Ayı" masalıyla (gerçeğiyle) korkutarak uykuya uğurlar minik fareleri. İçlerinde biri var ki... Evet, Celestine'den söz ediyorum. Haydi, onu yakından tanıyalım. Dişçilik okulunda okuyan, düşlerine ket vurulmuş, ressam olmayı isterken dişçiliğin dayatıldığı, seçimlerini yaşayamayan minik farecik.
Dişçilik okulunda staj gören farelerin en temel görevi: Herkes uyurken yeryüzüne çıkarak ilk düşen dişini yastığın altına saklayıp hediye bekleyen yavru ayıların dişlerini toplamaktı. Celestine görevini yerine getirmek için bir eve girdi.
Dişi düşen yavrularının odasında sohbet eden bir ayı ailesinin gündemine tanık olalım.
"Küçük fare gelecek, dişini alacak, yerine güzel bir hediye bırakacak."
"Ne bırakacak?"
"Kocaman bir şey, hatta bir para. Servetinin ilk yatırımı. Tabii paranla akıllı yatırımlar yapman gerekiyor."
Bu fikir ancak maddeye odaklı yetişkinden gelebilirdi zaten.
Farelerin yer altındaki yaşamından ayıların yeryüzündeki yaşamına uzandığımızda onların da benzer şekilde yeryüzünde hüküm sürdüğünü görürüz.
Ayılar demişken ya Ernest? Merak edeniniz olduysa sözü biraz da ona getirelim. Tıpkı babası gibi iyi bir yargıç olması istenen ve beklenen ancak sanatçı olmayı tercih eden, müzik yaparak geçimini sağlayan (sağlayamayan) bir sokak sanatçısı. Yiyecek bir şeyi kalmamış, açlıktan zayıf düşmüş hâlde müzik aletini alıp evden çıktığında ezgilerinde anlattı ne denli aç olduğunu:
Ernest, Ernest, Ernest benim adım!
İnsanlar öyle ilgisizdi ki görmezden geldiler ve tek kuruş kazanamadı.
O, müziğine açlığını sığdıradursun, hemen yanında beliren polisler cezasını kesip gittiler.
...
Ernest ve Celestine'in ilk karşılaşması çöp kovası. Ernest açlıktan çöpleri karıştırırken bir çöp kovası içinde Celestine'i gördü. Ernest'in kalbi, Celestine'in güçlü tümceleri onu yemesine engeldi.
Devamında nelerin yaşandığını, iki dünyanın nasıl birbirine girip olan bitenlerin ne şekilde sonuçlandığını izleyerek öğrenmenizi öneririm.
Film sorgulanamaz değer yargıların insanı körelten kötü bir güç olduğunu duyumsatırken sisteme de eleştirisini ince ince yapar. Emeği, sevginin tertemiz hâlini barındıran katışıksız dostluk; her şeyin ötesinde dokunulmaz bir yere konumlanır.
Birlikte var olarak hayatı daha kolay hâle getirebilecekken ön yargıları tarafından yönetilen bu iki dünyanın kalıplarını yıkan iki sanatçı: Müzisyen Ernest ve ressam Celestine ruhumu beslediniz.