Bir albüm çıkar karşına, içinden siyah beyaz fotoğraflar dökülür. 

Her biri ayrı bir yaşanmışlığı, bambaşka bir geçmiş zamanı getirir bırakır kucağına. Gençlik göz kırpar kimi gülüşlerin arasından. Tükenenler, yitip gidenler hatırlatmaya çalışır kendini çaresizce. Bak işte şu filanca yazdı, bu filanca geziden kalma derken yolculuk uzar gider. Gözler hafif nemlenir, yüreğe bir ezilme çıkar gelir. Yutkunur, ilk karşına çıkan kahkaha yüklü fotoğrafa eşlik etmek istersin, yalandan da olsa bir gülüşü kondurursun dudaklarına. Gözlerin de aldanır, bu sefer pınarda bekleyen damla kahkahanın peşine takılıp gelir. Hüzünlenmeden öyle hemen dönemezsin bu uzun yolculuktan. Zira hatıraları yeniden yaşama şansını bulmuşken hiçbir ayrıntıyı kaçırmak istemezsin. Senin bile görmediğin, henüz dünyada olmadığın zamanlara gidersin. Elbiseler, ayakkabılar, saçlar, çantalar bile konuşur seninle. Bir köy okuluna, sobalı bir eve, bir kışlaya, bir yatakhaneye, eski bir taş binaya, bir berber dükkanına, bir fotoğrafçıya konuk olursun. Belki de tozu kalmamış mekanların içinde dolaşırsın. Bir çift bakışla karşı karşıya kalırsın. Rengine karar veremesen de içinden geçenleri anlarsın. O bakışa neler saklandığına tanıklık edersin. Bazen dayanamaz geri dönmek istersin. Ama geçmiş kolay bırakmaz elini. Sen de alamazsın oradan çabucak kendini. Bir gece, bir gün, bir hafta belki de bir ay sürer yolculuğun. Bazen yıllar sürdüğü olur. Bazen de gidip bir daha dönemezsin. Bir fotoğrafın içine hapsedersin kendini. 

Bazen tutar elinden getirirsin bir sevdiğini. Alırsın yanına, tanıştırırsın şimdiki zamanla. Sen çok ısrarcı da olsan o kalmak istemez, bulduğu ilk fırsatta atar kendini tekrar fotoğrafının içine. Mecbur kabul edersin, bu sefer o fotoğrafı alır çerçevelersin. Onun istediği gibi buluşursunuz. Sen gidersin, o gelmez.