Gün ışığı aralığın son günlerinde de perdelere ilişmiş, çatılara konmuş, kuşlara yol çizmişti. Bütün aylar geçmiş, mevsimler toplanıp gitmişti, bir tek gidemeyen kuşlar kalmıştı. Perdeye ilişen güne aldanan birileri daha vardı demek ki diye düşündüm. 

Gökyüzü doluyor duvarlara kapalı perdelere inat sahi niye kapalı perdeler, gökyüzünden daha mı mavi yoksa kuşlardan daha mı güzel kanat çırpıyor? Hayır hayır hiçbiri değil yeryüzünde telaş kovalıyor bizi göğü kovalayan kuştan perdeye ne.

Bütün bunları düşünürken evden çıkıyorum her gün geçtiğim sokağı bugün yavaş yavaş geçeceğim diye adımlarımı tutmaya çalışıyorum öyle de yapıyorum her gittiğimde çay içmeye söz verdiğim duvarı rengarenk yamalı terzi amcamla çay içiyorum evdekinden daha lezzetli bir çay geliyor. Sohbete demlemiş bütün sözlerimi tutturuyor sohbetin içinde radyodan bir türküye denk geliyoruz yamalı duvara karşı öyle kalmış ki aklımda, eski libas gibi...

Türküyü de bitirip müsaade istiyorum. Çayları aman biriktirip gelme dedi terzi amcam. Konuşacak çok şey var arada uğra, diye tembih etti iyice. Bütün çay sözlerimi tutup başka biriktirmeden geleceğim sohbetlere söz verdim, ayrıldım yamalı duvardan...

Kendiliğinden gelen misafirleri, çayları çok sevdiğini anlattı kendiliğinden gelen her şeyi düşündüm o an birkaç kelime yan yana gelip kurulan iki cümle insan en çok kendiliğinden geleni severmiş diye not ettim yeşil defterin en başına. oturdum kurumuş elma ağacının altındaki banka yazın da hep buraya gelip otururdum bankın yarısı kırık diye kimse oturmazdı buraya her gelişimde boştu ancak tek kişinin oturacağı kadar yeri vardı zaten. O gün yine oturduk elma ağacı, ben, yeşil defter, yamalı duvar ve terzi amcanın yamalı duvarından kalan ve kendiliğinden gelen misafirleriyle çaylarıyla günü kızıla boyadık duvara astık

kulağımızda 'eski libas gibi çalıyordu biz göğü boyuyorduk.