Aynı kareyi oynatan takılmış bir kaset, eskimiş bir televizyonda senelerce aynı anı tekrarlıyor... Başta net olan görüntü seneler sonra donuk ve bulanık. Bir odanın içerisinde tozlara ve karanlığa gömülmüş küçük bir televizyon ve sürekli ekranında aynı kare. Hâlâ bekliyor belki de birinin onu onarmasını. Ama onu onarsalar ne olacaktı ki? Yeni televizyonlar varken onu kim, neden tercih etsin ki bu eskimişliğinin içinde... Kim tercih ederdi ki; bozulmuş, hor görülüp her bozulduğunda kafasına vurularak düzeltilmeye çalışılmış bir televizyonu kim isterdi ki? Onun zamanı geçmişti, o eskimişti, o yıpranmıştı, ona iyi bakılmamıştı. Her açılmayışında, her içindeki kareleri sakladığında vurularak izlemeye çalışmışlardı onu, her dokunulmamasını istediğinde zorla dokunulup düzetilmeye çalışılmıştı. Şimdi ise içinde tuttuğu tüm karelerden bir anında takılakalmıştı, aynı kareyi istemeye istemeye senelerce içinde oynattı; eskidikçe kendisi, yavaşça görüntüsü de bulanıklaştı, içi de kararıp tozlaştı...