Maziden söz açmak ve hep güzel hatıralar anlatacak kadar güzel bir hayatımız, hayatım olmadı tabii ki. Sadece o zamanları hatırlamak içimde buruk bir hüzne sebep oluyor. Sanki değerini bilememişim, geçip gitmişte ben her bir dakikasına bir hatıra bırakamayıp izleyip kalmışım zamanı. Zamandan hep dem vuruyor gibi dursam da zaman ne dem vuracak ne de demir atacak bir şey. Bütün mutlağın kendisi doğrunun yanlışın belirleyicisi. Ben zaman ile ilgili kendi içimde yaşadığım her türlü bunalım ve kaygıyı bir şekilde günün önemine bağlamaya çalışırım. O güzel günler geçti ama bak bugünü kaybediyorsun o günlere takılıp kalırsan diye, her gün gördüğüm ağaca dokunuyorum bugün. Sadece anı yaşamak için. Lakin işte ister istemez bugünü bile özlemle hatırlayacak olmanın verdiği bir gariplik var insanın içinde sanki biz zamanın içinde yol alırken bir yandan da kayboluyoruz, ölmüş olmamız muhtemel. Zamanın gaip yolcuları, bizler ben ve o.
Eski ve ona karşı özlemim dayanılmaz hale geldiği zamanlarım olurdu. İçin için ağlamak istediğim kendimi oradan oraya vurmak istediğim günlerim. Sessizce gözlerimin yaşardığı zamanlarda genelde kendimi sokağın ortasında bulurdum. Sadece eski kaldırım taşlarının üstünde adımlamak, birkaç eski şarkı dinlemek ve o şarkıları ilk duyduğum zamanları gözümde canlandırmak iyi gelirdi. Sanki dünyadaki bütün nefesleri içime çekecek kadar bir azametle derin bir iç çekerdim. Şarkı eşliğinde yürümek, artık ayaklarımın beni götürecek yeri kalmayasıya kadar. Doğduğum evin olduğu sokağı, öldüğüm okul caddesi ve yaşadığım. O büyük parktaki ağaçların altında hatıraları gözümde canlandırırdım. Ne kudretli varlıklar değil mi? Şu başları göğe ermiş kökleri toprağı eşelemiş ağaçlar. Hele bir söğüt dalı vardı, ben bu parka ilk geldiğim zamanlarda ekilmişti hatırımda öyle kalmış. O hala genç ben ise insan hayatındaki kaç evreyi başarılı desem olmaz başarısız desem olmaz ama öyle böyle tamamlamıştım. Öyle ihtişamlı bir hali de yok aslında bir cılız söğüt dalı neticede. Fakat onu her gördüğümde altında birkaç sigara yakmadan geçemezdim, derin derin nefes alırdım sigaramdan. Ne tezat ama değil mi? O temizlerken havayı ben kirletiyordum fakat yine de tazeydi yaprakları. Buna gücü yetiyordu yılmadan, gücenmeden temizliyordu bizim kirlettiğimiz havayı. Bense cılız ipince bir oğlan, söğüt dalının altında. Beni görseydiniz o an bir tablo gibi duruyordum bence. Orada durur sofistike bir an yaşardım sonra biraz durur saate bakarım, kaç saat oldu kaç ay, yıl. Ben yine buradayım gidip geliyorum oradan oraya lakin o, o ince söğüt dalı hep orada ve gencecik beni bekliyordu…
Yavaşça yürürdüm yeşil çimenlerin altından sokağa doğru, peki o sokak. Günde kaç bin kişi oradan yürüyüp geçiyordu yetmezmiş gibi bir de ben basardım bağrına acınası haline bakmadan. Karşı da bir lise vardı, yürür önünden geçerdim gencecik kızlar ve oğlanlar hayatın sadece esamesini bilenler. Güle oynaya çıkarlar sokaklara dolarlardı. Biraz daha yürüyünce karşıma yıkılmış bir virane gözüme çarpardı. Eskiden içinde insanların doluştuğu eski eşyalarla bezenmiş bir yapıydı. Şimdilerde yerinde it uğursuz kol geziyordu. Eskidi buralar dedim, içimden eskiyen, eskimeye çalışan bizdik belki de. Özlemimi bir garip nostaljiye boğardım. Gözlerim de yaşla boğulurdu.
Sessiz adımlar atarak geçerdim sokaklarından duymasın kimse, tanımasın beni. Ben buradayım diyecek cesaretim olmadığından gözümde gözlük bir yabancı edası ile yürürdüm doğduğum evin önünden. Gözümde canlanırdı, çocukluğum, gençliğim. Adımlarımı hızlandırırdım korkardım da bir yandan, sanki beni yakalayacaklar bir odaya tıkacaklardı. Geçecek karşıma çocukluğum bağıracak suratıma, lanetler savuracak akan salyalarıyla. Küfürler edecek gençliğim, suratıma vuracak belki de sonra o da ağlayacak sarılacaktır bana, sonra bir sessizlik hâkim olacak dört duvara. Ve ben içli içli dua edeceğim Allah’a. O da sessiz kalacak her zaman olduğu gibi, herkesin şu hayatta bir rolü varsa tanrının rolü de budur bence.
Yavaş yavaş yorulurum o kadar yürüdükten sonra normal gelirdi bu bana, sonradan öğrendim tez yorulurmuş benim gibiler. Cılız ve soluk benizliler, hasta gibiyimdir öyle dururum hep. Eski bir bank köşesinde oturur gökyüzünü seyrederim, öylece bakarım ışıkların hapsolduğu gökyüzüne. Belki bir kedi gelir yanıma kürkünü okşarım, biraz sohbet eder dertsiz hayvana dertlerimi anlatır dururum. Hava da soğudu mu hele, gece vaktinde daha bir hoş olur. Ellerimi birbirine bağlar ovuştururum, üflerim içine nefesimi ısıtsın diye. Ne fayda kaç dakika tutacak sıcağı avuçlarım. Koluma doğru çıkmaya başlayınca soğuk bir irkilir titrerim, arada bir titrerim zaten. Saat yeniden doğmuş mu? Bitmiş mi bir gün daha. Kalkar yol alırdım geldiğim sokakları, çıktığım mabedime geri dönerdim. Eskiyi de böylece bitirirdim içimde.