-Beni bu sirk ortamından kurtarmanı istiyorum. İstersen senin mekanına gidelim, istersen benim evime. Yeter ki gidelim buradan…

-Bu defa sirenleri açmak yok ama!

Yener önde, Yusuf arkasında, Şule’nin sorgulayan bakışları olduğu halde yürüyüp çıktılar stüdyodan.

-Şu programda söylediklerinde ciddi miydin? Yoksa dikkat çekmek için mi öyle konuştun?

-Beni ne kadar süredir tanıyorsun?

Yusuf cevabını bildiği halde sormuştu bu soruyu. Arkadaşının onun samimiyetini sorgularken rahatsız etmesini istemiş vicdanına oynamıştı.

-Yirmi yıl oldu sanırım…

-Ve bunun dört yılı aynı evde geçti. Biliyorsun birçok evlilik bile bu kadar uzun sürmüyor!

-Şu an ne yaptığını anlamıyorum ama konuşmak istediğim konu ciddi. Bana kelime oyunları yapmayı bırak. En azından dediğin gibi, bu kadar uzun süredir arkadaşız bari bana yapma bunu!

-Tamam, sakin ol, dikkatini yola ver. Eve varınca bütün sorularına cevap vereceğim. Bu gece yeterince dikkatini çektim insanların, bir de trafik kazasının kurbanı olarak hatırlanmak istemiyorum.

 

Yol boyunca bir daha konuşmadılar. Evin önündeki boş alama geldiklerinde Yener kontağı kapatıp arabayı durdurdu. Birkaç saniye ikisi de arabada hareketsiz oturduktan sonra aynı anda arabadan indiler. Yusuf ağır adımlarla evin kapısına doğru yürürken Yener, arabadan indiği yerde durup etrafını izledi bir süre. Yusuf tam evin kapısından girecekken;

-Çok simetrik değil mi?

-Simetrik olan ne?

-Ağaçların olduğu yere dikkat ettin mi?

Yusuf kapıyı açtığı halde eşiğinde durup Yener’in ne söylediğini anlamak ister gibi etrafına baktı.

-Ağaçların nesi var? 

 -İçeri geçelim, orada daha iyi anlatırım.

 

Yener, Yusuf’u takip edip evden içeri girdiğinde tuhaf bir ürperti hissetti teninde. Sanki eve değil de etler bozulmasın diye saklanan buzhaneye girmiş gibiydi. Oysa ağustosun ortasındaydılar ve dışarıdaki sıcaklık otuz beş derece falan olmalıydı. Belki de diye aklından geçirdi, bu evin klimaları iyi çalışıyor.

 

-İçecek bir şey ister misin?

-Görev başındayken içmiyorum!

-Ne zamandır senin görevin oluyorum ben?

-O kitabı yazdığından beri!

Yusuf sakince mutfağın diğer ucuna geçip dolabı açtı. Dolaptan iki şişe bira alıp Yener’in yanına gelip birini ona uzattı.

-Eski günlerin hatırına prensiplerinde esneklik yapabilirsin değil mi?

Yener, Yusuf’un uzattığı bira şişesini alıp mutfağın ortasında duran masanın yanında duran sandalyeye oturdu. Bir yudum bile almadan şişeyi masaya bırakıp konuşmaya başladı.

-Hani dedin ya, bunca yıllık arkadaşız. O yüzden sana direk soracağım ve lütfen direk cevap ver. Kelime oyunların girme.

-Gönder gelsin…

-Sen mi öldürdün o kadınları?

Yener sorusunu sorduktan sonra sessinin titrediğini fark edince bir an duraksadı ama kendini toplayıp devam etti konuşmaya.

-Sevgi’yi sen mi öldürdün?

-Sana bunu düşündürten ne?

-Kitabında bu cinayetleri anlatıyorsun.

-Sen pek kitap okumayı sevmezdin.

-Senin yazdıklarını okuyorum, biliyorsun.

-Neden daha açık olmuyorsun? 

 -Açığım zaten.

  -O zaman ağzının içinde geveleyip durduğun ne?

Yusuf ikinci yudumda bitirip birasını yenisini almak için dolabın yanına gitti. Dolabın kapağını açtığı anda yanında Sevgi’yi gördü.

-Anlat hadi! Ne bekliyorsun? Her şeyin farkında!

-Neyi anlatayım?

Yener, Yusuf’un sorusuna refleks halinde cevap verdi.

-Neyi anlatmak istiyorsun?

Yusuf, Sevgi’ye cevap verirken sesinin yüksek çıktığını o an fark etti. Dolabın içinden bir şişe daha bira alıp Yener’e dönüp:

-Nasıl anladın?

-Kabul ediyorsun yani?

-Hiçbir şeyi kabul etmiyorum.

-O halde nereden biliyorsun?

-Neyi nereden bildiğimi söylersen daha sağlıklı bir konuşma olacak bu

-Polis raporlarında bile olmayan bir detay var. Senin romanını okuyuncaya dek ben bile bilmiyordum bu detayı. Bu detayı sadece cinayetleri işleyen bilir. Ve sen bunu yazmışsın…

-Hangi detaymış bu?

-Öldürülen kadınların cesetlerinin bulunduğu yerler… Rastgele atılmışlar gibi ama öyle değil. Kitabında rastgele olmadığını yazmışsın.

-Tamam, şuna bir açıklık getirelim. Ben bu cinayetleri işledim ve ayrıntılarını kitabımda yazıp kendimi ele mi verdim? Hangi aptal katil bunu yapar ki?