Kızın konuşma yetisini almış gibiydiler.
—Hey, ne o, dilini mi yuttun?
Gerçekten yutmuş muydu... Sesi çıkmıyordu. İlkten lanetlendiği sanıp korktu sonra. Çok da kötü olmadığına kanaat getirip akışına bırakmaya karar verdi. En fazla ne olabilirdi ki? Konuşmayacaktı sadece.
Etrafı sanki ilk defa görmüşçesine süzdü. Baktı, baktı, baktı ve biraz daha baktı. İnsanlar ona gülümsüyor ve gülerek bir şeyler anlatıyordu. Bazısı kızdan tepki beklerken kimisi sadece istediklerini kıza aktarma derdindelerdi. O sadece kafa sallayıp gülümsüyordu. En azından elinden gelen buydu. Neden konuşamıyordu? Sonra fark etti ki insanların çoğu onun karşılık vermemesine çok bir şey demiyordu; gülüp, anlatıp hayatlarına devam ediyorlardı. Ne demekti bu? Onu umursamıyor sadece, öylesine mi söylüyorlardı dediklerini? Yoksa onun gülümsemesi yeterli miydi onlar için? Yoksa istedikleri cevap değil de tasdik miydi? Kızın kafasında bunlar hızla dönüp kızın kafasını bulutlandırmaya başlamıştı.
Midesi bulanıyordu. Uzak hissediyordu. Büyük bir tiksinti yine tüm bedenini sarmıştı. Nefret ediyordu bu histen. O artık bir his değildi, o biriydi. Tiksinti artık bir varlığa bürünüp kıza sarılıyordu ve yapışkandı bu tiksinti. Kolay kolay çıkmıyordu. Kızın başı dönmeye başladı. Bulunduğu ortamı terk etti. Fark edilmedi gidişi.
Kız da buna şaşırıyordu. Enerjisi herkes tarafından bu denli seviliyorsa gitmesi neden kimsenin gözüne batmıyordu. Silik bir tip miydi? Hayır, kesinlikle değildi. Bulunduğu ortamda istenen biriydi. Peki bu neydi şimdi? Yüzündeki tiksintiyi anlayıp ona zaman mı tanımışlardı? Gerçekten, onu bu kadar iyi mi tanıyorlardı? Yoksa o kadar belli mi oluyordu yüzünden huzursuzluğu?
Bulutlar çoğalmaya başlamıştı. Kız kendini loş lavaboda titrerken bulmuştu. Kusunca hep vücudunu bir titreme alıyordu. Garip, kız artık bu hisse alışmıştı ve.. açıkçası biraz hoşuna gidiyordu. Kafasını hafifçe kaldırdı ve ıslak kirpiklerinin altından aynadaki yansımasına baktı. Tuttuğu nefesi verdi ve tekrar kustu.
Artık ağlıyordu. Sebebini bilmiyordu. Sadece uyumak istiyordu. Yatağını istiyordu. Yorganına sarılma fikri onu sakinleştiriyordu. Kız kendi kafasında tekrar etmeye başladı, "Uyumalıyım." Tekrar ve tekrar, "Uyku, evet, uyumalıyım. Uyursam geçer. Geçecek. Geçmeli..." hep böyle sakinleştirirdi kendini.
Hala konuşamıyordu. Pek de gerek yoktu şuanda. Kimse yoktu yanında. Etraftan kahkaha ve konuşma sesler geliyordu. Kızın kulağını tırmaladı bu sesler. Bir kusma dalgası daha geldi ama bu sefer nefesini tuttu. Bedeni bir daha kusmayı kaldıramazdı.
Elini yüzünü yıkadı. Nefesini düzene sokmaya çalıştı. Bir şey ağzını mühürlemişti sanki. Sesi çıkmıyordu. Sanki enerjisi yoktu konuşmak için.
Lavabodan çıktı. Sesli koridorda yine herkese karşı gülümsüyordu. Kimse bir şeyin farkında değildi. Herkes hayatına devam ediyordu. Kimse bir sorun olduğunun farkında değildi. Herkes kızı iyi sanıyordu. Kızın içinde bir fırtına daha koptu. Bilmemeleri iyi diyordu bir tarafı. Diğer tarafı ise şuanda bir desteğe o kadar ihtiyaç duyuyordu ki insanların bu kayıtsızlığı onu çok sinirlendiriyordu. Adımları sertleşmeye başladı. Artık gülümsemiyordu. İnsanlar da artık ona gülümsemiyordu. Küçük çaplı şok içeren gözlerle bakıyorlardı kıza. Ne olmuştu ona?
Kız kendi içinden çığlıklar atıyordu. Yansıyordu bu çığlıklar gözlerine, emindi. Ama kimse okuyamıyordu gözlerini..
"Çok mu garip ha! Her zaman gülen o kızın şuan kaş çatması garibinize mi gitti? Hah! Merak ediyorsanız sorsanıza! O size soruyordu. Ben size soruyordum. Sorsanıza! Derdiniz ne he neden sormuyorsunuz?"
Anlaşılmayan gözleri dolmaya başlamıştı. Yüzü kızardı sinirden. Kendine sinirlenmişti. İnsanlara sinirlenmişti.
Nereye gittiğinin farkında değildi. Durdu. Dışarıdaydı. Çıplaktı ayakları. Öylece bir kaldırımda durdu. Kaldırımın soğuğunu ayaklarında hissetti. Parmaklarını içe çekti biraz. Ne yapmalıydı. Ara sokakların birindeydi işte. Kaldırıma oturdu. Aklı gerçekten karışıktı. Hala konuşamıyordu. Çığlık atmak istedi. Gözleri bulanıklaştı. Yüzü yine ıslanıyordu. Bu sefer sadece kendi göz incileri değil, yağmur da yardım ediyordu yüzünün su ile buluşmasına. Kız kafasını kaldırdı. Yüzünü ıslatmasına izin verdi yağmurun. Derin bir nefes verdi. Bekledi. Ağlamadı, yağmuru dinledi, koşan ayakkabıların telaşesini dinledi, ayakkabıların teptiği su birikintilerinin etrafa saçılışını dinledi. Beyni durulmaya başlamıştı. Hiçbir şey olmayışı kötü şeylerin oluşundan daha iyidir, değil mi?
Orda oturdu bir süre, sanırım uzun bir süreydi, bilmiyordu. Saati var mıydı? Hayır. Telefonu? Diğer insanların yanındaydı. Binada kalmıştı. Elini cebine attı ve ceplerini karıştırdı. Küçük domuzunu buldu. Minikti .. ama kızı sakinleştirmeye yardımcı oluyordu bu domuz. Yüzünde küçük bir tebessüm oluştu kızın. Küçük oyuncak yüzünü okşadı domuzun. Etrafına bakındı. Biraz daha iyi hissediyordu.
Yürümeye başladı. Hava soğuktu. Yağmur şiddetli değildi ama yağıyordu işte. Sırılsıklam olmuştu. Hasta olur muydu? Umarım olmazdı. Kolları ile kendini sardı. Yürüyordu boş bir zihinle. Ama gülümsüyordu. Deliler de böyle miydi? Pak , beyaz bir zihin ve bir tebessüm. Değer miydi? Altında hiçbir şey yatmayan bir tebessüm, altı dolu yoğun duygulara değer miydi?
Kız bu düşünce ile durdu. Değmezdi. Ona göre değmezdi. O seviyordu hislerini, hissetme dürtüsünü. Kendinin gerçekten o zaman yaşadığını hissediyordu. Kıza ani bir farkındalık geldi. Hislerini gözden geçirdi. Bunca zaman yaşadığı, hissettiği anları tekrar hissetti. Tüm hissettiği o duygular sanki şuanda kafasında ahenkle dönüyor ve dans ediyordu. Kafasında bir renk cümbüşü oluştu. Gri bulutları dağıldı kafasında. Gülmeye başladı. Gülüşü kahkahaya dönüştü. Ellerini iki yanına indirdi ve yukarı baktı. Gerçekten kahkaha atıyordu. Sevinmişti. Hissedebiliyordu. Etrafında dönmeye başladı. Kıkırdıyordu bir yandan da. Sevmişti bu hissi. Bir süre döndü.
Sonra durdu. Kendine bir baktı. Aman Tanrım, neydi o hali öyle? Sırılsıklam saçlar, sırılsıklam bir tişört, çamurlu paçaları, ıslak ayakları, şiştiğini hissettiği gözleri.. Haline güldü.
Elleri ile saçlarını geriye aldı. Islanan saçlarını sıktı. Hala yağmur yağıyordu. Bunun neden yaptı anlamlandıramadı. Sonra sorgulamadı.
Etrafına bakındı. Bu sokağa daha önceden de gelmiş miydi? Bilmiyordu. Artık öğrendirdi. Yürümeye başladı.
Huzurluydu. İçindeki karmaşası dinmişti. Elinde bir sürü kara yükü taşıdığı yoldan gerisin geri mutlu bir şekilde dönüyordu. Yüklerinden arınmış bir şekilde hem de...
Mırıldanmaya başladı kendi kendine. Aklına gelen ilk müziği mırıldanıyordu. Etrafına bakındı. Her şey daha güzeldi, sanki... Tüm nesneler huzur bulmuştu.
Birinin ona doğru koşmaya başladığını gördüğünde durdu. İsmini sesleniyordu. Ses tınısı... Endişeliydi. Kafasını sesin geldiği yöne doğru çevirdi.
Oydu. Elinde şemsiye ve poşetlerle ona doğru koşuyordu. Kız ıslanan gözlüğünü tekrar silesiye O çoktan yanına gelmişti. Kıza kocaman endişeli bir kucak vermişti. Kızı sorgulamaya başladı. "Deli misin sen? Bu havada burada ne işin var? Ayakların! Gerçekten delisin şu haline bak. Hasta olacaksın."
"I-ı, olmam."
İŞTE! Konuşmuştu. Sesini duymanın verdiği şokla gözlerini kocaman açtı. Gülümsedi ve çatallanan boğazını temizledi. Tekrar gülümsedi.
"Sesine ne oldu? Gözlerin... Tanrı aşkına, gel buraya, tut şunu."
Eline şemsiyeyi tutuşturdu. Üstündeki kapüşonluyu çıkardı ve kızın omuzlarına koydu. Kız bir eli ile şemsiyeyi diğer eli ile omzundaki kapüşonluyu tutuyordu. Ona baktı. Sinirliydi, daha çok endişeli. Kıza kızgındı. Sorumsuzca davrandığı için. Olsun, geçerdi.
Kızın elinden şemsiyeyi almadı, ona sorular sormaya başladı. Kız onun sorularını yağmura benzetti. Hatta belki de şuan yağmurdan da hızlıydı soruları. Kafasındaki bu benzetme onu güldürdü. Kızın güldüğünü görünce durdu. Soruları bir kenara bıraktı. Soru sormayı bırakınca yürümeyi de bırakmışlardı. Öylece yolun ortasında durup bakıştılar. O, kızı anlamıştı. Okuyabiliyordu çünkü gözlerini. Birkaç dakikalık bakışma soru yağmurundan daha verimli geçmişti sanki.
"Gel buraya."
Sırtına küçük bir darbe yedi kız ama karşılığında kocaman, sıcak ve güvende hissettiren bir kucak almıştı. Yolun ortasında sarıldılar.
Kız onun kokusunu içine çekti. Evet, şu an gerçekten huzurluydu. Burnunu onun boynuna süttü. O ise huylandı. Burnundan gülmeye benzer bir nefes çıkardı. "Ne yapıyorsun?"
Kız konuştu: "Bilmem, huzurluyum burada... Sağ ol." Konuşabiliyordu artık. Kafasını daha da gömdü boynuna.
O ise gülümsedi. Islak saçlarını okşadı kızın. Burnunu kızın ıslak alnına sürttü. Sonra kızdan ayrıldı. "Hadi artık geç oluyor hasta olacaksın. Bir de seninle uğraşmak zorunda kalacağım." dedi koluna hafifçe vurarak. Kız yine kıkırdadı. Şaka yaptığını biliyordu ama evet, doğru söylüyordu. Burnu akmaya başlamıştı.
O, yerde duran poşetleri aldı. Şemsiye hala kızdaydı. Beraber binaya doğru yürüdüler. El ele tutuşmamışlardı. Yakın yakın yürüyorlardı. Biraz hızlı biraz yavaş adımlarla gidecekleri yere varmaya çalışıyorlardı.
Sözde ev dedikleri binaya gidiyorlardı. Ev değildi belki orası. Ama beraberken her yer onların eviydi. Onlar birbirlerinin eviydi. İkisi de bunun bilincinde yürüyorlardı. Yüzlerindeki istemsiz, hafif tebessüm bundandı. Ev... Ev gerçekten dört duvardan daha fazlasıydı...