Düşüncelerim sancı olarak iniyor yüreğime. Her bir düşünce birikerek daha çok çökertiyor yüreğimi. Yüreğimdeki acı tüm bedenimi sarar oldu. Karartılı düşünceler, karartılı hisler bedenimi her sarmaya çalıştığında daha çok iyiliğe sarılır oldum. Kendimi bu karanlığın esir aldığı duygulardan kaçırmaya çalıştım. Geceden bile sonra doğan bir evre hayal ettim içimde. Gece ve gündüzün arasında başka bir evre. Geceden bile karanlık gündüzün yalanından da bir o kadar uzaktı o evre. Benim için ne gece oluyordu artık ne de gündüzdeki yalancılardan olabiliyordum. Ben iki döngünün ortasındaki evrede sıkışıp kalmış bir insanım. O evre ne gecenin karanlığı ile yarışabiliyordu ne de gündüzdeki yalancılardan eser vardı. Orada hava hep fırtınalı, şimşekli ve yağmurluydu... Ne çiçeği olurdu oranın baharda açan ne de son baharda dökülen yaprağı olurdu oranın. Doğan soğuk güneşin bile yalancılığından uzak bir yerdi orası. Gece biterdi, tüm gerçekler doğardı o evrede, yalanlar söylenmezdi. Konuşulamazdı. Sonsuz çığlığa, yalanlardan doğan pişmanlığa, acıdan kaçan kalplerin yeresiydi orası. Tüm insanların kendini izole etmek için kaçtığı bir evre(n)di orası. O evrede herkes gece ve gündüzden kaçar, benliğini o evreye teslim ederdi. Yine ölünce de bedenlerini o evreye teslim ederlerdi. Ve yine oraya gömülürlerdi. Oranın karanlığı ve dehşeti bambaşkaydı. Orada her şey alışılamamışlığın dışındaydı. Sessizlik bile normal, bildiğimizin çok ötesinden gelen bir kavramdı. Orada ölmek bile fiziksel değildi. Görmek, hissetmek, duymak bile fiziksel değildi... Orada kimse bedenini kullanmazdı. Orada sadece ruhların hükmü geçerdi.