Raydan çıkmış metroda dramonize kulluk.

Ana akım fermente kazığın fetişine kapılmış bir lokma insan,

Tümevarımdan gelirsek primitif bir kast sistemin var, aerobik şamatan.  

Herkesin pabuçları sağlam fakat kirli ayaklarının altı,

Tırnaklar bakımlı; saçlar, kaşlar yapılı.

Gerçeküstü bir seksin kindar faturasını ancak böyle anlatabilirdi,

Dünyadaki adalet sistemi.


Yaşamıyoruz.

Kara pigmentler gezegeninde panseksüel ideallerimize hemen bir cinayet silahı tahsis ediyoruz.

Çünkü yalan ilk icat ve herkes intihara meyilli.

Sonra ölüm,

Ne Adem'i, ne Nuh'u lan,

Dünyanın ilk peygamberi ya Azazil'dir ya da şu kağıt toplayan kavruk tenli serseri.


Ben Mert Alkan,

Dünyaya gönderilmiş kusurlu adam.

Bakmayın öyle kusursuz cümleler kuramam.

Artık sizi avutacak bir vaadim yok,

Veyahut iki nehir arası Kenan şehrim.


Mutlu olmayı düşlemediğim bir hayatı seçtim,

Gitar ve tozla çevriliyim,

Üzgünüm, tutarlı konuşamıyorum.


Ezda'mın şerhini düşerken bu ehriman satırlara ve ışıklar içindeyken Syd,

Berzahın en bermuda yataklarından kovulmuş, 

En burjuva kaltaklarından kurtarırken gömleğimi,

Yırtılmış,

Nihayetinde kovulmuş,

Ve Sade'la solüsyon edilmiş bir damla asittim.


Kaynağı bir, iki ayrı nehirde yıkadım ellerimi,

Kanının kokusu yine geçmedi.

Bi' ara bi' düştüm bin insan gücündeyken,

Kül oldum, rüzgar taşıdı sırtında ceraim defterimi.

Gecesinde uyarılan kayış damarlı haydut, "bugün son mu?" diye uyanılan sabaha ben deniz haydut oldum, iyi mi?

Yaşlanmak böyle bir şey mi?

Öyleyse şu finaldeki kaliteli cenaze,

Yani erketeye yatmış mütemadiyen hiçliği çok sakin karşılamam müstehcen mi?


Oynadığın oyun böyle güzelim, kuralları ben koymadım.


Ben Mert Alkan,

Dünya gözümün gördüğü kadar yalan.

Artık anlam aramam, çabalamam

Hiç ulaşamadığım,

Ulaştıkça anlamından uzaklaştığım.

Bir gerçek varsa o da gözlerimizle tokuşturduğumuz vasiyetler.

Senin gırtlağından çıkarken vesayetin, ben ise çürümeye yüz tutmuş suntanın bir göçüğünden, kurtlanmış ağzımla meleklere sataşacağım.

Ve peşi sıra gelecek bize ölüm.

En çok da bu üzecek yeni şairleri.

Çünkü biz ölürken bir başımıza,

en son görmek istediğimiz şeyin biz olduğunu, canımızın en son çıktığı yerimizden soğuk bir havada soğuk bir bıçaktan öğreneceğiz.


Senin bir gün sonsuza kadar susacak olan ses tellerinden zamansızlığa açılan bir kapıydı o loş mekan ve bira şişesi.


Bir gün bir adam indi göklerden.

Bir mektup bıraktı tekrar çıktı göklere.

Bu adam ne peygamber ne de tanrı'ydı.

Hiçbir sebep yokken ansızın ağlardı.