Henüz gün doğumuna daha iki saat vardı. Sokak lambaları kendini aydınlatmaktan bile acizdi. Öyle bir karanlıkta, ezbere bildiği yollardan geçiyordu yine. Tek fark, bugün her zamankinden daha hoş görünüyordu. En özel parfümünü sıkmış, kravatını muntazam bir şekilde bağlamış ve saçlarını yaparken ekstra özen göstermişti. Bugünü özel kılanın ne olduğunu henüz kendisi de bilmiyordu. Kendi adımlarının sesine, sadece kuş sesleri ve köpek uğultuları eşlik ediyordu. Bu kalabalık ve karmaşık şehri bu kadar sessiz görmek bir mucizeydi ve ancak sabahın dördünde mümkündü. Yaklaşık on dakika yürüdükten sonra her gün hayatın anlamını sorguladığı yolun sonuna gelmişti nihayet. Şimdi servisi beklemeye  koyulmuştu. O esnada birkaç adım ötesindeki tren raylarına bakarak bir sigara yaktı.


Kuvvetli bir nefes çektikten sonra sigarayı söndürdü. Hava hafif rüzgarlı ve oldukça kasvetliydi. Bir an kendisini bir Nuri Bilge Ceylan filminin içindeymiş gibi hissetti. Anadoluda zifiri karanlıkta geçen o kasvetli ortamları, gecenin karanlığında bir araba farının aydınlattığı burçak tanelerini anımsadı. Ardından korna sesiyle irkildi. Servis gelmiş, bir süredir korna çalıyor, şoför sınırlı bir şekilde kendisine sesleniyordu. Normalde eli ayağına dolaşır, mahcubiyetten ne yapacağını bilemezdi. Fakat bu defa telaşa kapılmaktan çok uzak bir şekilde, şoföre gitmesini söyleyen bir el işareti yaptı. Şoför daha beter sinirlenip, arkasından saydırarak gazı köklerken, kendisi oldukça sakin görünüyordu. Şimdi yine bilinmezliğin ortasında tek başına kalmıştı. Biraz ilerisindeki tren raylarına doğru yürüdü. Şehirler arası tren hattı, evine çok yakın bir noktadan geçiyordu. Ancak bu kadar erken saatlerde ne gelen vardı ne de giden. Ama o kararını çoktan vermişti. Üzerinde kimliğini belli edebilecek her ne varsa çıkartıp attı. Hatta atmakla kalmayıp, yakmaya karar verdi. Artık bir kimliği kalmamıştı. Artık kim olduğunu anlamaları için biraz daha fazla çaba sarf etmek zorunda kalacaklardı. İç çekti ve ışıklarını belli belirsiz seçtiği trenin, geliş güzergahına yöneldi. Makinist büyük ihtimalle bu karanlıkta onu görmeyecekti. Üstelik özellikle duraktan daha ileriye yürümüştü, böylece tren durmayacak, yalnızca hızını azaltacaktı. Elleri bumbuz olmuş, kafasından soğuk terler akıyordu. İçinde müthiş bir heyecan vardı, bugüne dek hayatının hiçbir döneminde böyle bir adrenalin hissine kapılmamıştı. Peronun altındaki platforma uzanırken devasa bir acı hissetti, ardından tren hızla geçip gitti.



Birkaç saat sonra, kimliği henüz belirlenemeyen bir memur işe gitmek için evden çıktığı sırada hemzemin tren raylarının altında kaldı şeklinde bir haber yayınlandı. Üzerindeki üniformadan dolayı memur olabileceği öne sürülmüştü. Büyük bir çoğunluk bunun bir kaza değil, intihar olduğunu düşünüyordu. Ayrıca sosyal mecralarda "Kim bilir ne derdi vardı" söylemleri çoktan başlamıştı. Borç harç, ekonomik sebepler gibi çeşitli teoriler üretildi. Ancak her geçen gün bu gibi haberlerin, onlarcasına denk gelmek mümkündü. Bu yüzden çok geçmeden diğerleri gibi unutuldu.


Şiddetli bir sarsıntıyla uyandığında, kan ter içinde kalmıştı. Servis şoförü öndeki araca çarpmış, sabahın köründe işe gitmek üzere olan herkes panikle kendine gelmişti. Neyseki, maddi zarar dışında herhangi bir sorun yoktu. Bir iki kişi dışında herkes servisten inmişti. Kimisi araçların hasar durumuna bakarken kimisi sigara içiyordu. O ise gördüğü çarpıcı rüyanın etkisinden çıkamamıştı. Bir an ceplerini yoklayıca kimliğinin yanında olmadığını fark etti.


Oysaki bilinci tren raylarına uzandığı anda kapanmıştı. Servis kazası kısa süreli bir sanrıydı sadece. Hissettiği sarsıntı, yoğun bakımda uygulanan elektro şoktu aslında. Tren raylarında bulunup hastaneye getirildiğinde, raylardaki elektrik akımına kapıldığı tespit edilmişti. Kısa süre için bile olsa hayatta kalması mucizeydi. Çok geçmeden kalbi durdu. Aslında kalbi, o gün değil uzun zaman önce durmuştu. Yaşamak değil, hayatta kalmaktı onunkisi. Bir rutin içinde, uzayıp kısalmadan devam etmişti. Ne bir anlık cinnet haliydi vuku bulan bu talihsiz olay, ne de önceden planlanan bir durum. Neydi onu bu noktaya sürükleyen? Yaşamın gittikçe ağırlaşan koşulları mı, yoksa çaresi mümkün olmayan bir hastalık mı? Sevdiklerini mi kaybetmişti yoksa bir varoluş sancısına mı kapılmıştı? Ardından bir not bırakmadan yitip giden tüm insanlar gibi, onun hikayesi de bir bilinmez olarak kalacaktı. Faili meçhuldü tıpkı kimliği gibi.