David Lynch, yaşayan en büyük yönetmenlerden biridir kuşkusuz. Sinema sanatına iki şaheser armağan etti bu aykırı yönetmen: Kayıp Otoban ve Mulholland Çıkmazı. İkincisi, oyuncularının ne oynadığını anlamadığı bir şaheser olarak eleştirmenleri de oldukça tedirgin ederken ilki, yani Kayıp Otoban, daha yalın bir anlatımla seyredilme imkanı veriyor izleyicilerine.


Lynch’in sinemasal diyarı, bilinçaltının zincirlerinden azat edildiği bir fantazya evrenidir. Gariplikler bu evrende olağan şeylerdir. Lynch’in tüm filmlerinde olduğu gibi -ki Elephant Man’de bu açık biçimde serimlenir- Kayıp Otoban’ı izlerken de bizleri rahatsız eden şeyler garipliklerin kendisi değildir. Nedir peki? Fantazyanın rüştünü ortaya koyan seyirlikte aslında tüm bu serimlenmenin “gerçek” denilene dair nasıl da isabetli darbeler indirdiğini sezinleriz. Yönetmen adeta “gerçek yani fantazya” demektedir. Spinoza’nın “tanrı yani doğa” demesi gibi…


İki bölüme ayrılan filmin ilk kısmı “gerçek”, ikinci kısmıysa gerçeğin telafi edilmesi adına kahramanımızın kurduğu bir fantazyadır. Öyle midir? Genel yorum bu olsa da, tam tersinin de mümkün olduğunu inkar edemeyiz. Elbette iki türlü de işler sarpa sarmaktadır. Yönetmen aslında asırlardır Oidipus’ta, Elektra’da, Hamlet’te, Raskolnikov’da dile gelen, trajik bir canlı olarak insanı betimler. Fakat bunu modern, yahut postmodern dünyanın tarzına uygun biçimde yapar. Öyle veya böyle gerçeklik ya da fantazya, insanın içinden çıkamadığı bir trajediyle sürüp gider. Sürüp gider çünkü Lynch evreni zamanı düz bir çizgi olarak (Elephant Man hariç) kurgulamaz. Başta öyle sanırız… Gerçekten ya da fantazyadan harekete başlarız; fantazya ve gerçekle bitiririz ama bitiş sandığımız yer hikayenin tam da başıdır. Kayıp Otoban ve Mulholland Çıkmazı, zamanın bu çıkışsızlığını resmeder.


Kayıp Otoban’ın benim için en ürpertici kısmı, kahramanın (Fred Madison) karanlığın içinden çıktığı andır. Sonrasındaki vahşet bu andan sonra beklendik hale gelir. Sanki bilinçaltının serbest bırakılan tüm güdülerinin vücut bulmuş halidir artık Fred Madison. Ardından Gizemli Adam’ın (Mystery Man) meşhur telefon monoloğu gelir. Gizemli Adam gerçek midir? Genel kabule göre “gerçek” olan filmin ilk kısmında da vardır, fantazya olan ikinci kısımda da. Gizemli Adam, Lynch’in maymuncuk anahtarıdır. “Gerçek fantazyadır, fantazya gerçektir” demenin Lynch’cesidir.


“Bana asla sahip olamazsın.”


Madison’ın asla sahip olamadığı Renee Madison ya da Alice Wakefield, gerçek ya da fantazya fark etmeksizin, ataerkil iktidarın, iktidarsızlık krizinin bir yansımasıdır. Yine otoriteyi temsil eden Mr. Eddy ya da Dick Laurent, otoritenin kriz anlarında “gerçek olamayacak kadar” fantazmatik davranışlar sergiler.


Sahip olunamayan aslında nedir? Madison’ı, gerçek ya da fantezi fark etmeksizin, kontrolünü sağlayamayıp bu uğurda trajediye sürüklenen şey, kendi varoluşudur. Ataerkil toplumsallığın içinde sürüklenen yaşam pek çok girift ruhsal gerilimin biriktiği, neyin gerçek neyin hayal ürünü olduğu gittikçe muğlaklaşan ve bir müddet sonra hayal ve gerçeğin birbiri içinde eridiği bir “dünya”da karısını katleden bir erkek olarak Madison da bir kurbandır. Elbette kişinin kurban “da” olması, katliamını mazur göstermez. Kişiyi -mecazen de olsa- katleden bir kurban haline getiren yapıyı gösterir burada Lynch. Döngüsel zamanda, gerçeğin içine sızan fantazya, fantazyanın içine sızan gerçek olarak tüm bu yapı, kuralları Mr. Eddy gibi gücü elinde bulunduranlar tarafından oluşturulmuştur.


Dick Laurent, otoban sahnesinde kendisini sollayan sürücüye kurallara uymadığı için aşırı biçimde tepki gösterir. Bir mafya neden trafik kurallarını dert eder ki? Çünkü Laurent, kural koyucu erk olarak, absürt de görünse, ara ara iktidarlılığını sergilemektedir. Madison’ın ilk bölümde karısıyla sevişme sahnesinde, iktidarsızlığı iliklerinde hissettiğine tanık oluruz. Ve sonunda kendi iktidarsızlığını gidermek için karısını katletmeye kadar gidecektir. Bu, bizdeki “namus cinayetleri”ni de anımsatır. Oysa burada bütün olup biten, Laurent gibi güç sahiplerinin, otoritelerini her an diri tuttukları yerde Madison gibi erkeklerin, kendilerinden beklenen misyonu yerine getirememelerinin yarattığı krizdir.


Popüler kültürün aşıladığı sarışın bomba -ve femme fatale- olarak Renee; erkeklerin arzuladığı, sahip olmaya can attığı bir kadındır ve Fred ona “sahiptir”. Ancak bu sahip olma durumunu sürekli kontrolünde tutmak zorundadır. Fred yatakta “başarısız” olan bir erkek olarak karısı tarafından teselli edildikçe karısının üzerindeki kontrolünü kaybettiği hissi içinde büyür. Aldatılma şüphelerinin Fred’i esir etmesi artık beklenilen bir şey haline gelir. Öyleyse Fred bu krizi aşmalı, sahip olması gereken ama bir türlü sahip olamadığı Renee’ye patronun kim olduğunu göstermelidir.


Trajedi “yalnız ve güzel” ülkemizde ne yazık ki alışılmış bir durumdur. Ancak Lynch bu aşina olduğumuz trajediye filmin ikinci kısmını ekleyerek, şahsına münhasır bir ayna metaforuyla alışkanlıktan kör, sağır, dilsiz hale geldiğimiz katliam üreten düzene yeniden dikkat kesilmemizi sağlar: Ya Fred karısını katlettiği gerçeklik yerine, kendisi dahil her şeyi sil baştan kuracağı bir gerçekliğe sahip olsaydı?


Lynch kurmacayı yeniden inşa etmeye başlar fakat “ikinci şans” hayali kuran düzenin kobaylarının o şansı elde ettiklerinde kaçınılmaz olarak mahvolan hayatlarındaki direngi noktaları olmaksızın herhangi bir şey kuramayacaklarını iyi bilir. Bu yüzden Fred’in trajediyle sonuçlanan “gerçek” hayatından Renee, Mr. Eddy, Mystery Man gibi tipler onun fantazyasına da mecburen dahil olacaktır. Düşünün ki, mevcut sorunlarınızdan azade bir hayat kurmak istiyorsunuz. Bu hayattan tanıdıklarınız; özellikle ruhunuzda iz bırakan, anılarınıza dönüp hesaplaştığınız ya da hasret giderdiğiniz kişiler olmaksızın kendiliğinizden söz edebilir misiniz? “Edebilirim” diyorsanız, hayal kurmada bir süre sonra ilerleyemeyeceğinizden emin olabilirsiniz. Lynch insan ruhunu iyi anladığı için olsa gerek, Fred’in kurmacasına önceki hayatının hayaletlerini sokar. Fantazyaya uygun olarak, benliğin temsili, bir temel olarak Fred Madison’ın adı aynı kalmış, onun dışındaki herkesin adı değişmiştir. Fred’in adı aynı kalsa da yüzü, ailesi, çevresi değişmiştir. Diğer kişilerin adları, kişilikleri değişse de Fred'in gerçeklikte gördükleri halleri neyse, öyle görünmeye devam ederler. Aksi takdirde fantazyanın bir anlamı kalmayacaktır. İmgelerimiz olmadan hayaller kuramazdık. Fakat malzemeleri içine doğduğumuz yapıdan almak zorundaysak, fantezi gibi kurmakta özgür olduğumuzu düşündüğümüz alanda, yapıdan ne kadar uzaklaşabiliriz? Lynch’e göre, yapının hemen içine düşecek kadar…


Filmin finalinde, işler gerçeklik alanındakinden bile daha kötü, daha çıkışsız bir hâl alır. Yapı tarafından imal edilen benliği olduğu sürece gerçek de fantazya da aynıdır, aynı derecede kötüdür. Filmin sonunda Fred kendini yine “gerçeklik” denilen kurmacanın içinde, kendi olarak bulur. Böylece çember tamamlanır. Kahramanımız, çıkışsızlığın çemberinde, Kayıp Otoban’da, kaçarak da olsa, yoluna devam eder.


Yapının kendisi hedef alınmadıkça her yol trajediye çıkar.