Gecenin bu saatinde beni harekete geçirenin yazma arzusu olmadığını aksine yazmayı ikinci planda tuttuğumu, belki de çokuncu, anlamam oldu. Yakın çevremdeki çoğu kişinin bir şeylere sıkı sıkıya bağlanıp ilerlediklerini görmek kendim hakkında bazı sorgulamalara itti beni. Acaba bende yeteri kadar ışık yok muydu? Ben acaba mesleki alanımdan başka herhangi bir yetiye sahipsiz mi gelmiştim buraya? Yatkınlık oluşturacak ilgi ve alakam mı kalmamıştı, yüzeysel mi bakıyordum yoksa? 02.21'de sorulması gereken sorular mı bunlar?

Yaklaşık dört senedir, üniversiteye başladığımdan beri yoğun olarak hissettiğim, köklerini ilkokul zamanımdan alan bir sıkılma ve tahammülsüzlüğüm var. Yoğun olarak üniversite diyorum çünkü kendimi en iyi tanımaya başladığım dönem ve beni mental olarak en çok yıpratan zaman. İlk senemde yaşadığım gerek arkadaş gerek yurt ve gerekse derslerimin beklemediğim şekilde tepetaklak oluşu hayatımda Thanos etkisi yarattı. Bir 'şık' ile bambaşka bir yerde buldum kendimi. "Keşke hiç tanımasaydım'' dediğim insanlarla el ele verip duygularımı paylaştım, dediklerinde hep bir doğruluk payı arayarak yolu uzattım ve birçoğu.

Şimdi bakınca selam bile vermediğim insanlar için üzüldüm çünkü bayâ dümdüz salaktım. Arkadaşlar hepimiz salaktık, benzerlerini hepimiz yaşadık. Yaşadıklarım beni olgunlaştırdı olayına girmeyeceğim zira yazabildiğime göre çok denizler aşılmış. Konuyu dağıttım ve toplamak için ciddi manevralar yapacağım, hazır olun diye söylüyorum. Bütün bu süreçte kendimi ışığını kaybetmiş gibi hissettiğim bir gerçek. Sanki içimdeki heves, heyecan ve aşkı kaybetmişim gibi. Olaylara anlam yüklememe konusunda ciddi yol almış olmam dezavantajım esasında. Bir senedir bunun farkında olarak adımlarımı atmaya çalışıyorum ve kendime en güzel tebriği veriyorum. Herhangi bir uğraşa dört elle sarılmak bir sonraki arzum. Yazının başında yazmanın en büyük arzum olmadığını söylemiştim evet, bu doğru. Yazmak benim arzularım arasında yok. Bir gün arkadaşlarımdan biri beş yıllık planların içinde neler var dediğinde yazmaya dair tek bir cümle etmemiş olmama sitemle "Büşra! Hikaye, roman, kitap yazacağım demedin farkında mısın?" diye sormuştu. Evet farkındaydım çünkü yazmak değil benim esas hedefim.

Kendime itiraf edemediğim ya da etmekte zorlandığım duyguları yazıya döktüğüm zaman kendilerine somut bir yer edindiklerini de üniversitenin zorlu senesinin ardından aldığım elliye yakın ciddi kararı kağıda yazıp masama astığımda fark etmiştim. Yazmak sadece yazmış olmak değil benim için ya da devamlılığını getirip kendimi adadığım bir alan. Ben hayatımda bu şekilde değişiklikler yapabiliyorum ancak. Yazdıklarım sadece kağıtta değil, benim hayatımın ilerleyişinde yer alıyor. Bu sadece bir karar da olabilir, birisine hissettiğim sevgi de. Yazdığım müddetçe gerçekliğini anlayabiliyorum. Sorular sorup gerçek olup olmadığını ayırt edebiliyorum ya da sinirimi rahatlatıyorum. Çünkü bahsedemediğim duygunun yok yere esiri olarak yaşamaktan usanmış bir yorgunum ben. Ne varsa dışarı çıkartın içinizdeki. Birinden mi hoşlanıyorsunuz, yazın. Sinirlerinizi mi gerdi arkadaşınız, yazın. Umutsuzca son ses müzik dinlediğiniz dönemde misiniz, siz yine yazın. Yeter ki o duygu, o enerji bir şekilde sizden çıksın ve yine bir yolla haykırmak istediğiniz kişiye ulaşsın. Okumasalar bile siz onlardan bahsettiğinizde artık duygunun sahibi olmuyorsunuz, misafir edip uğurlayan bir hancısınız sonrasında. 

İçinizde sadece ciğerlerinizin, midenizin, kısaca organlarınızın ağırlığı olsun. Yanılsamalardan ibaret bu hayatta duyguların sizi sadece kelebeklere çevirmesine izin verin, verelim. 

Çünkü aslında her şey,

''Yalan, dünyada ölümden başkası yalan.''