MUBİ’yi takip ettiğim ve deli gibi film izlediğim için, duyurusunun yapıldığı andan itibaren merakla beklediğim filmdi David Cronenberg imzalı Müstakbel Suçlar. Body Horror türünde bir yapım olduğundan özellikle gece izlemeyi tercih ettim. Rahatsız edici bir gerilim içeriyor olsa da anlatısını gerçekten çok beğendim. Uzun bir süredir yazacak film ararken karşıma çıkması da beni ayrı mutlu etti. İşte Müstakbel Suçlar…


Orijinal ismi Crimes Of The Future. Türkçe’ye Müstakbel Suçlar şeklinde çevrilmiş. Yönetmenliğini David Cronenberg yapıyor. 2022 Kanada-Yunanistan ortak yapımı bir film. Body horror, bilimkurgu ve gerilim türüne dahil edebileceğimiz bu yapım, çağının ötesinde bir anlatıya sahip. Bu yönüyle bir modern klasik olmaya aday, sert gerçekçi bir eser olarak karşımıza çıkıyor. Oyuncu kadrosunda da parlak isimler yer alıyor: Viggo Mortensen, Lea Seydoux ve Kristen Stewart. Filmin akışı biraz yavan ilerliyor. Herkesin aman aman hasta olacağı bir yapım değil ancak meraklısı olanın izlemesi gerekir. Fütüristik bir romanı okumak kadar keyif verecek, meraklısını pişman etmeyecektir diye düşünüyorum.


Müstakbel Suçlar, Kanada'nın yaşayan en büyük çağdaş korku film yapımcısı olmaya aday isim olan Cronenberg’in sekiz yıl sonra çektiği bir bilimkurgu olarak dikkatleri üzerine topluyor. Bizlere ürkütücü bir kehanet fikri sunduğu gibi, klasik distopya öğelerini aşarak farklı bir distopik evren ortaya koyuyor. Cronenberg'i gece yarısı sineması ikonu haline getiren bu ruhu ürküten, tüyleri diken diken eden ilginç yapım, şimdiden uluslararası bir sansasyon haline geldi. Cronenberg bu filmle uzun süre ara verdiği beyaz perdeye sağlam bir geri dönüş yaptığını bizlere göstermiş oldu. Ne yaptığını gayet iyi biliyor bence. Ayakları yere sağlam basıyor. Kaybettiği sekiz yıllık zaman dilimini çok iyi bir şekilde telafi ediyor.


Filmin açılış sahnesinde, plastik çöp kovasını yiyen bir çocuk izleyicinin karşısına çıkıyor. Bu çocuk evrimleşmiş, sentetik içeriklerle karnını doyuran ve yediklerini sindirebilen yeni bir insan formu. İnsan bedeninde yaşanan bu ilginç değişimler, her yaşam döneminde olduğu gibi, filmin geçtiği zamanda da farklı gettolar oluşturmuş. Toplum dışına itilen plastik yiyiciler, sentetikle beslenenler… Bir grup, insani özelliklerini kaybedip evrimleşen, hiçbir zaman artık ‘gerçek insan’ olamayacak olan bu insanların temelden engellenip yok edilmesi gerektiğini düşünürken; karşı kültürü temsil eden diğer grup ise, evrimleşen bu yeni insan formunun, insanlığın geleceği olduğunu savunuyor ve gizli aktivist eylemler gerçekleştiriyor. Plastik yiyen çocuk ise bu aktivist hareketin en önemli sembolü haline geliyor.

İnsan acıyla yoğrulduğunda insanlaşan bir varlıktır. Acıyı hissettiğimiz ölçüde insan olma basamaklarını tek tek çıkarız. İnsan olmak, acıyla doğru orantılıdır. Dedim ya, Cronenber ne yaptığını gayet iyi biliyor. Ve bizi dehşete düşüren o sarsıcı adımı atıyor.


İnsan varlığının geleceğini tehdit eden bu yeni dünyada, insan bedeninin yeni bir refleksi gelişiyor. Doğrusunu söylemek gerekirse; yeni özellikten ziyade artık işlevini yitiren bir refleks var: Bedenler acıyı hissetmiyor. İnsan vücudu yalnızca acıyı hissetmemekle de kalmıyor. Ayrıca beden, alabildiği hiçbir hazzı da alamıyor. Uyku bir zulme, yemek yemek ise iğrenç bir aktiviteye dönüşüyor. Düşünmesi bile dehşete düşmeye yeter. İnsan bedeninin acıyı hissetmemesi, haz alamaması insanın tüm yaşamsal fonksiyonlarını yok ettiği gibi, makineleşmiş bir yaşam formu ortaya koyuyor. Aslında Cronenberg diyor ki; acı çekmemeyi istemek gibi bir uğraşın içerisine girersen insan olma yeteneğini kaybeden bir makineye ve empati kurma yetisinden uzak bir hayvana dönüşürsün. Aslında Cronenberg diyor ki; ne kadar haz peşinde koşarsan hazsız kalırsın, haz alamaz hale gelirsin.


Bunun yanında, yeni insan bedeninin sahip olduğu ilginç özellikler sanatsal şova dönüştürülüyor. Sanat acıdan doğduğuna göre, acı yoksa sanat da yok. Bedenler, bir grup meraklı izleyicinin gözü önünde ikiye ayrılıp ameliyat edilebiliyor. Cronenberg, yeni bir sanat biçimi olarak beden dezenformasyonlarını kullanan bir performans sanatı kuruyor kendince. Aslında bu bir eleştiri. Bu kurgu, gerçek dünyadan çok da bağımsız görünmüyor.


Günümüz dünyasında, doğuştan gelen ya da sonradan oluşturulan farklı fiziki özellikler ya da görünümler, bazı mecralar üzerinden şova dönüştürülerek para kazanma aracı olarak kullanılıyor. Böylece şu iki soruyu soruyoruz kendimize: Sanat nedir, insan nedir? Cronenberg, bu iki soruyu sorarak, bizi çok basit gibi görünen ama aslında çok karmaşık olan bir hengamenin içine sokmayı başarıyor. Çık çıkabilirsen bu cenderenin içinden. Oldukça gerçekçi bir distopik dünya portresi var karşımızda. Gerçekten etkileyici.


Peki, bedenin söz konusu olduğu yerde politika yok mudur? Tabi ki vardır. Olaylar, hükümetlerin insan evriminin gidişatından pek de memnun olmadığı, uzak olmayan bir gelecekte geçiyor. Hükümetler yabancı istemezler çünkü. Bilinmeyenin düşmanıdır onlar. Acı çekmeyen insanı zor kullanarak da dize getiremezler. E nasıl varlıklarını sürdürebilecekler o zaman? İnsanların büyük kısmı acı hissiyatını neredeyse tamamen kaybetmiş. Acının olmayışı hazzın da şeklini değiştirmiş. Dolayısıyla hükümetler konu üzerine çok fazla eğiliyor. Kontrol altına almak için bilinmeyeni tanımaya çalışıyorlar. Ortada bir gerçeklik varken, o gerçekliği kabullenmeyen ve farklı olana yaşama hakkı vermeyen politikanın varlığı da tehlikede. Burada da bir politik eleştiri görebiliyoruz.


Cronenberg, Crimes of the Future'ın senaryosunu ilk olarak 1990'ların sonlarında, henüz 50'li yaşlarının sonlarındayken Painkillers başlığı altında yazmış. 78 yaşındaki yönetmen, yazımı ve çekimleri arasındaki zaman diliminde yaratımını çok iyi yakalamış durumda. ‘’Bedene olan ilgim, benim için bitmez tükenmez bir konu olduğu ve insan durumunu anlamanın özü olduğu için” diyor başarılı sinemacı. Ömrü yeter de yine filmler çekecek olursa muhtemelen beden üzerinden gidecek.


Kısaca film, natüralist bir gelecekten ziyade, günümüz dünyasına çok da uzak olmayan distopik bir görüntü sunuyor. Cronenberg, ‘bu dünya etme bulma dünyası’ diyor bizlere. Psikoseksüel arkadaşlık kavramını da en güzel şekilde gösteriyor yönetmen. Beden odaklı bu filmde, bedenin yaşadığı evrim, kendi bedenine yabancılaşma, tabiatımıza uygun olandan, doğal olandan kopuşumuz çok güzel bir şekilde anlatılıyor. İnsanın acıdan yoksun kılınmış bir yaratığa dönüşmesi sonucu dünya nasıl bir hal alır sorusunun ışığında gerçekten enteresan bir film. Bu soruyu kendimize sorarken, filmdeki dünyaya çok da uzak olmayışımızı düşünmek ürkütüyor.


Doğanızı, çehrenizi değiştirmeyin. Coğrafya kaderse, en azından bu noktada kaderci olun. Acıya talip olun. İnsan olun.