Fehîm-i Kadîm’in Hayatı ve Eserleri


Asıl adı Mustafa, mahlası Fehîm’dir. Ailesi hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Babasının Halep asıllı olduğu ve İstanbul’da Tahtakale’de veya Parmakkapı’da unculuk yahut kurabiyecilik yaptığı bilinmektedir. Bu sebeple Fehîm’e “Uncuzâde” denilmiştir. Kendisine hayranlığı dolayısıyla aynı mahlâsı kullanan Süleyman Fehîm Efendi ile karıştırılmaması için de “Kadim” sıfatıyla anılmaktadır. Doğum tarihi kaynaklarda 1037 (1637) olarak gösterilmektedir. Evliyâ Çelebi, onun on yedi on sekiz yaşlarında divan tertip ettiğinden bahseder. Arapçaya ve Farsçaya hâkim olduğu bilinen Fehîm’in hayatı talihsizliklerle geçmiştir. Bir süre kâtiplik yapmış daha sonra Kudüs, Mekke, Medine, Edirne ve Mısırda bulunmuştur. Mısıra gitmeden evvel yaşayıp gördüklerinden şikâyet eder ve Bosnalı Mezâkî Süleyman Efendi’nin teşvikiyle Mısır’a vali tayin edilen Eyüp Paşa’nın maiyetine katılır. Fehîm’in burada bir müddet rahata kavuştuğu şiirlerinden anlaşılsa da bu durum uzun sürmemiş ve “Vatan-ı Aslî” dediği İstanbul’a hareket etmiştir. Ancak sıtma veya veba sebebiyle, 1057 (1647) yılında Konya’nın Ilgız kazasında vefat eder. Evliya Çelebi mezarının şehirdeki caminin mihrabı önünde bulunduğunu kaydeder.


Fehîm, bohem bir yaşayışa sahip, hoşsohbet, tok sözlü, mustarip ruhlu bir şairdir. Bazı kaynaklar onun kekeme olduğunu kaydeder. İran şairi Örfî’nin tesirinde kalmıştır. En büyük özelliği ise kendine has bir üslubu olmasıdır. Şiirlerinde esas olarak kendi iç dünyasını anlatan şair, düşünce yerine muhayyileyi, dış dünyadan çok insanın heyecan ve kederlerini esas temalar olarak benimseyen sebk-i Hindî’nin de divan şiirindeki ilk temsilcilerinden birisidir. Söz sanatları yerine mâna sanatlarını benimsemiş, kısa ve dolgun bir söyleyiş kullanmış aynı zamanda kafiye ve rediflerde de yenilikler ortaya koymuştur.


Eserleri


  1. Divan
  2. Şehrengîz
  3.  Bahr-i Tavîl
  4. Tercüme-i Letâif-i Kümmelîn
  5. Durûb-ı Emsâl-i Türkî


Gazel

 

 

Bâde-i ‘aşkuz dil-i Mecnûn’dur peymânemüz

‘Akl-ı küll olsa revâdur sâkî-i mey-hânemüz


Sözlük


Bâde: şarap. Dil: gönül, yürek. Peymâne: kadeh. Akl-ı küll: her şeyi anlayabilen zihin, Allah’ın kudretinden ilk ortaya çıkan akıl, Cebrail. Revâ: uygun, yakışır, uyumlu. Sâki: meyhanede içki dağıtan kişiye verilen isim. Mey-hâne: içki içilen yer. Tasavvuf düşüncesinde tekke.


Günümüz Türkçesi


Biz, aşk şarabıyız, mecnunun gönlü, yüreği bizim kadehimizdir. Meyhanemizin sâkisi Cebrail gibi bilgili olsa yeridir, uygundur.


Şerh


Soyut ve somut kavramlar bir arada ve yoğunlukla kullanılmıştır. Örneğin aşk şarabı tamlamasında şarap somut bir nesne iken aşk soyut bir kavramdır. Anlam kendini hemen ele vermiyor. Bu durum da “Sebk-i Hindî” akımına bir işarettir. Ayrıca burada Teşbih sanatı kullanılmış, aşk şaraba benzetilmiştir. Aynı zamanda mecnunun gönlü bir kadehe benzetilmiştir. Bu mecliste sâki olarak Cebrail gösteriliyor. Yani ilahi bilgileri peygamberlere ileten ve bu sırrı saklayan Cebrail gibi, meclisteki insanlar da sâkiye sanki Cebrailmiş gibi sırlarını veriyorlar. Onunla sırlarını paylaşıyorlar. Burada mübalağa sanatı kullanılmıştır. Buradaki kadehte görülen şarap ilahi aşk ve tasavvufi bir mahiyet barındırıyor olabilir. Biz ifadesi de yine dini bir ilişki üzerine işarettir. Sanatçı kendi gibi pek çoklarının olduğunu da ifade eder.

 

Özge hurşîdüz ziyâmuz ‘âlemi târîk ider

Turfa şem’üz şu’lemüzdür hem yine pervânemüz


Sözlük


Özge: başka, farklı, diğer. Hurşîd: güneş, şems. Ziyâ: nur, ışık. ‘Âlem: kâinat, dünya. Târîk: karanlık, zulmet. Turfa: tuhaf, görülmemiş, şaşırtıcı. Şem’: mum. Şu’le: kıvılcım, ateş. Pervane: gece kelebeği, güve.

 

Günümüz Türkçesi


Biz başka bir güneşiz, ışığımız dünyayı ve kâinatı karartır. Biz görülmemiş bir mumuz, pervanemiz yine kendi kıvılcımlanan alevimizdir.


Şerh


Gazelin ikinci beyti de tasavvufi bir yorumla ele alınabilir. Dolayısıyla bu şiir tasavvuf kaynaklı bir şiirdir. Yaz akşamları bir ışığın etrafında toplaşan güveler kanatlarının yanmasıyla havadan düşerler. İşte bu şairlerin zihninde aşkı uğruna her şeyi yapan şairi sembolize etmektedir. Yani mum esasen sevgilidir, pervane ise aşık. Ancak bu ateş ve mum yanlış anlaşılmamalıdır. Burada ilahi bir aşk, Allah sevgisi ve ona ulaşmak için yanmaktan kendinden geçmekten bahsedilmektedir. Beyitte açıkça görüldüğü üzere mübalağa sanatı kullanılmıştır. Ateş mum, pervane kelimeleriyle tenasüp sanatı oluşturulmuştur. Âlem kelimesiyle de istihdam sanatı kullanılmıştır. Birbirine zıt kelimeleri bir araya getirerek tezat yapmıştır. İlaveten karanlık esasında diğer tüm renklerin bütününün varacağı noktadır. Ve bilinmeyendir, görünmeyendir. İşte biz burada yine ilahi bir mesele olduğunu anlıyoruz.

 

Merdüm-i çeşm-i dilüz tenhâ-nişîn olsak eğer

Dîde-i nâ-mahremîdür cây-ı halvet-hânemüz


Sözlük


Merdüm: insan, adam, topluluk, halk (merdüm-i çeşm: gözdeki kara nokta göz beğindeki kara nokta.). Dil: yürek, gönül. Tenhâ-nişîn: tek başına kalan, yalnız. Dîde: göz, görmek, gözcü, göz ucu. Nâ-mahrem: mahrem olmayan, cây: yer, mekân. Hâlvet-hâne: yalnızlık köşesi, yalnız başına ibâdet edilen yer.


Günümüz Türkçesi


Biz gönlün göz bebeğindeki noktayız, gönül gözü ehliyiz. Tek başımıza, yalnız kaldığımız zaman bile yalnızlık köşemiz bir yabancının gördüğü yer olur.


Şerh


Beyit iki şekilde açıklanabilmektedir. Bunlardan ilki üç sözcükten oluşan tamlamadaki “merdüm-i çeşm yani göz bebeği, gönlün gözbebeği, ikincisi ise çeşm-i dil yani gönül gözü. Burada da tasavvufi unsurlar dikkat çeker. İlkinde kalpte bulunan kara noktayı, ikincisinde ise kendisini irfan sahibi âlim bir kimse olduğuna işaret eder. Evvela belirtmek lazım gelir ki kalp yani gönül, Allah’ın tecelli ettiği yerdir. İnsan kalplerinde dünyalık bir şey taşımamalı, Allah’ı anmalıdır. Kalp, insanın özüdür. İnsanın özü ise ilahidir. Dolayısıyla insan yalnız kaldığında dahi yalnız değildir. Maddi unsurlar bitende asıl gerçek ortaya çıkar. Beyitte; Mübalağa sanatı, isdihdam sanatı, leff ü neşr sanatı, tenasüp sanatı kullanılmıştır.


 

 ‘Âlem-i ‘aşkuz ki feyz alsa hevâmuzdan bizüm

Sad hezârân ‘akl-ı Eflâtûn olur dîvânemüz


Sözlük


‘Âlem: dünya, kâinat, ülke. Feyz al-: etkilenmek, beslenmek, örnek almak, nasiplenmek. Hevâ: arzu, istek, heves. Sad hezârân: yüz binlerce. ‘akl: akıl, düşünce. Eflâtûn: Platon. Dîvâne: çıldıracak kadar çok seven, mecnun, delirmiş, çıldırmış.


Günümüz Türkçesi


Biz aşk ülkesiyiz. Eğer bizim havamızdan (tavrımızdan) etkilenip nasiplenseydi, yüz binlerce Platon (düşüncesi) bizim için mecnun olur, çıldırırdı.


Şerh


Burada duygu ve düşünce ikileminden bahsediliyor. Duygu, düşünceye nazaran ön plana çıkartılıyor. Yani Platon üzerinden Batı medeniyetine bir göndermede bulunan şair, yüz binlerce platon aklı olsa dahi aşk havasını teneffüs etmeyenler bundan bir şey çıkaramayacaklarını, bu aşktan faydalananların ise mecnuna döneceklerini söyler. İlahi bir meseleye de değinen şair, aşk ile pek çok şeyi bir arada kullanmıştır. Buna yaratılışı ifade düşüncesi dahildir. Zira Doğu bir çeşit aşk medeniyetidir. Beyitte Teşbih, Mübalağa, Mecaz, bir miktar istidrak, istihdam, leff ü neşr, tenasüp, ta’riz sanatları kullanılmıştır.

 

 Haşre dek pür-h’âb olurdı çeşm-i bî-dârı Fehîm

Bir gece gûş eylese şahs-ı ecel efsânemüz


Sözlük


Haşr: mahşer. Pür-h’âb: uykusuz, mahmur. Çeşm: göz. Bî-dâr: uykusuz. Gûş eyle-: dinle-. Şahs: kişi şahıs. Ecel: hayatın sonu, ölüm anı, Azrail.


Günümüz Türkçesi


Ey Fehîm! Ecelin kendisi, Azrail, eğer bir gece bizim efsânemizi dinlemiş olsaydı, onun uykusuz gözleri mahşere kadar mahmur olurdu.


Şerh


Sanatçı burada kendiyle konuşur. Yaşadıklarının ne derece etkili olduğundan bahseder. Öyle ki Azrail bile onun yaşadıklarını dinleyip görse, mahşere kadar uyumak ister. Yani şair efsânesini anlattığında Azrail sonsuza kadar bu halde kalacaktır. Çünkü ya daima uyuyacak ya da asla uyumadan dinleyecektir. Burada sanatçı bir anlatı geleneğine de değinir. Beyitte; Mübalağa, mecaz, istihdam, tenasüp, teşbih gibi edebi sanatlar kullanılmıştır.



KAYNAKÇA



  1. Tahir Üzgör “Fehîm-i Kadîm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Erişim 2 Kasım 2020)
  2. Şentürk, Atillâ Ahmet- Kartal, Ahmet. (2003.) "Üniversiteler İçin Eski Türk Edebiyatı Tarihi", Dergâh Yayınları.
  3. Mengi, M. (2009) Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara.
  4. Pala, İ. (2018) Divan Edebiyatı, Kapı Yayınları, İstanbul.