Kelimeler ve karakterler aslında birbirine benzerdir. Nasıl ki ikisi de insanlar tarafından ilk bakışta tek ve eşsiz gibi zihinlerde tahayyül edilebilir. Ancak bu eşsiz görünümün geri planındaki birçok birleşimin, birçok alaşımın, birçok etkileşimin ön planındaki görünümü ve temsili olduğunu, onlarsız hayat bulmadığını anlamamız biraz düşünüldüğünde çok uzağımızda değildir. Ya da tam tersine bunlar tam da temaşa edildiği gibi tek ve eşsiz midir? Yazıya başlık oluşturan ve mana verecek olan şey bu soruda gizlidir. Karakterin dönüşümü yahut değişimi temeldeki ön kabullerden birinin seçilmesiyle başlar. Ön kabul denilen şey şu açıdan önemlidir: Başlangıç noktanızın belli olması ve gideceğiniz yolu ve yönü belirlemeniz açısından size adeta bir pusula olacak ve yolda kaybolmadan ilerlemenizi sağlayacaktır. "Eğer karşınıza çıkan bütün yollar gidilebilir ise siz kayboldunuz demektir." Yaptığınız bir yanlışı yahut doğruyu tespiti kolaylaşacak, tasdiki (onay) yahut tağyiri (ret) mümkün hale gelecektir. Hayatta her alanda bir ön kabul ile yaşarız ve bazen ön kabulümüzden şüphe duyarak kendimize bir şüphe ön kabulü getirmiş dahi oluruz. Tekrardan konuya dönecek olursak nedir bu ön kabuller, şöyledir:
İlki karakterin doğuştan geldiği ve değiştirilemez oluşudur. Buradaki kabulü şöyle açıklayalım. Karakter bir tükenmez kalemdir ve yazmaya yarar, silmeye değil. Satrançtaki at gibidir, sadece L şeklinde hareket eder. Kağıt gibidir, köşeleri çok keskin. Doğuştan kalıtım ile geldiği için zaman içerisinde var olan şeyler (huy ve karakter) tebarüz eder bir değişim söz konusu değildir.
Diğer bir ön kabul ise karakterin bir bileşimden oluştuğu, parçaları doğru ve düzgünce değiştirdiğiniz takdirde kamile (tam) varıncaya kadar olgun bir karakter gözlemlenebilir. Ortada bir hamur vardır ve içerisindeki malzemelerin değişmesiyle lezzeti, kokusu, görünümü ve idraki daha güzel; tadı hoş, lezzetli ve akılda kalıcı olur. Bu alaşım ve bileşimden hayat bulan kelime ve karakterin başlangıçta hayatı bir bebek gibi hassastır. Zaman içerisinde ihtimam ve dikkat ile gözetilip beslendiğinde hem sağlıklı hem de ayakları yere basan ve sağlamlaşmaya başlayan bir hal alır. Nihayetinde dillerde pelesenk olan kelimelere; kararlı, tutarlı ve sağlam karakterlere dönüşür. Aksi takdirde değişip dönüşebilir, kendi ‘kim’liğini yitirip ya rafa kaldırılır ya da unutulmaya doğru yol alır. Peki kimliğini yitirmeden dönüşebilir mi?
Esef ve ferah kelimeleri elbette nevi şahsına münhasır kelimelerdir. Bu kelimeleri yerine göre eşsiz (ayrışımlı) yerine göre etkileşimli (müteşekkil) kullanabiliriz. Şimdi burada intiba ve irtibat kurmak istediğim durum "karakter-maalesef" ya da "karakter-bilferah" alakası. Karakter çözümlemesi ön kabullerinde zikrettiklerimizden dayandığımız seçim bizim karakterimizin maalesef (ne yazık) olması ile mi neticeleniyor yoksa bilferah (ne mutlu) olması yolunda bir uğraş mı gerektiriyor?
Esef kelimesini kısaca olmaması gereken, elden kaybedilebilen ve sonrasında üzüntü duyulan, hayıflanılan olarak izah edebiliriz. Ferah kelimesi esef kelimesinin zıddı olarak karşımıza çıkar. Ferah kelimesini ise hoşa giden, olması gereken, elde edildiği için sevinç duyulan, gönül açıklığı diye izah ederiz. Peki karakterin yanına ilişince onun sevinmesine ya da üzülmesine vesile olan durumu nasıl izah ederiz? Bu karakter sıfatlandırmalarının arasındaki mesafe ilk ön kabule göre keskindir. Karakterin doğuştan getirildiği görüşü ile aslında biz her adımda bir doğuştanlık ile devam etmek durumunda kalırız. Yani karakter maalesef ise o durumda maalesef olarak kalır ya da bilferah ise karakter bilferah olarak kalır. Bu ön kabulün şöyle bir kusuru vardır ki o da insanları zaman zaman çıkmaza sürükleyip ruh hallerinden ve karakterlerinden şüphe duymaları gerçeğini doğurabilir ve çabalarının boşuna olduğu düşüncesinin filizlerini ekebilir. Bu durumda insanlar çıkış yolu bulmakta zaman zaman güçlük çekebilirler. Tabii bununla beraber insanlara uyan tarafı da olmaz mı, elbette vardır. İnsanlar hayatlarını belirli bir düzene göre hareket ettirmek ve alışıldık şekilde yaşamını idame ettirmek ister. Bu ön kabul aslında biraz da bu ihtiyaca uygundur. Her şey yolunda gidiyorsa değişim sadece kelimede kalır.
İkinci ön kabule geldiğimizde kişinin çabası ile ilintili bir çözümleme yapmamız gerekecektir. Burada karakter oluşumunda birçok etken ve parça olduğu görüşü ile her adımda bir çaba ve ihtiyar (seçim) vardır. Uyum için çaba sarf etmek gerekir ki parçaların birbirini tamamlaması sağlansın ve uyum azami derecede olsun. Öyle ki bu yaklaşım insan aklına daha cazip gelir ama çabalamak etkeni işe dahil olunca insan tembelliğe daha açık duruma gelir. Çünkü sürekli bir şeyler yapmalı ve şikâyet etmemelidir. İşler yolunda gitmediğinde değişim; bir çaba, bir umut haline gelir ve müdavim olarak uğranılan bir durak olur. Uğramak ya da geçmek kişinin ihtiyarındadır.
Nihayet karakterin çözümlenmesini doğru yapmak ve bunalıma girmemek için bu ön koşulları şu üç soruya vereceğimiz cevap ile kayıtlandırmamız gerekir. Bu sorular: Nereden (mebde-kökenin bilgisi) geldik ve kökenimiz ne? Nereye (mead-son) varacağız ve ulaşılacak son yer neresi? Ve son olarak: Nerede (an-yaşanılan-ara) bulunuyoruz ve nerelere dayanıyoruz? Geldiğimiz ve gideceğimiz yer arasında yaşadığımız arada bu-ara-da ne kadar bağlantı kuruyoruz. İşte bu soruların iyice düşünülüp cevaplandırılması ile birlikte umulur ki karakterimiz bilferaha teksif olsun. Bu üç soru birbiri ile ilişkilendirilmeli, ayrı ayrı düşünülmeli ve fakat ayrıştırılmamalıdır. Nitekim geldiği yeri bilen (geçmişini-mebdeini), geleceğini bilir (meadını); şimdiyi bilen ise geçmişte kalır.