"Hayatım kavruk kaldı, çünkü düşlerdeki halinde bile cazibeden yoksun gibiydi. Sonunda düşlerin verdiği yorgunluk beni ele geçirdi... Bunu hissedince, dışımdan gelen, sahte bir duyguya kapıldım, sonsuz bir yolun sonuna mı gelmiştim yoksa... Kendimden taşıp kim bilir nereye düştüm ve hiç kıpırdamadan, boş yere kaldım orada. Daha önce olduğum bir şeyim. Var olduğumu hissettiğim yerde değilim; kendimi ararken, beni arayanın. kim olduğunu bilemiyorum. Her şeyden sıkılarak gevşiyorum. Ruhumdan kovulmuşum sanki.
Kendime bakıyorum. Kendi kendimin seyircisiyim ben. Duygularım, içimdeki bilmediğim bir gözün önünden, dışarıya ait şeylermiş gibi dizi dizi geçiyor. Kendimden sıkılıyorum. Her şey, hatta gizemden yapılmış kökleri bile, sıkıntımın rengine bürünmüş.
Saatlerin benim için bıraktığı çiçekler soldu bile. Ağır ağır yapraklarını yolmaktan başka yapılabilecek bir iş yok. Nasıl da yaşlılık kokuyor bütün bunlar!
En ufak bir hareket, kahramanca bir eylemde bulunmak kadar zor geliyor. En ufak bir hareketin bedelini, gerçekten yapmayı düşünsem hissedeceklerimi hissederek ödüyorum.
Özlediğim hiçbir şey yok. Hayatım acıyor. Bulunduğum yer acıyor, kendimi bulabileceğimi düşündüğüm yer çoktandır acıyor.
İdeali, bir fiskiyenin uyduruk hareketiyle yetinmek olabilirdi - yükselip aynı yere düşmek, hiçbir yararı kalmamış güneşin altında, düş görenler düşünde nehirler görsün, dalgınca gülümsesin diye, gecenin sessizliğinde rasgele gürültü çıkaran, anlık bir parıltı olmak."