Mehmet Köse.
Elindeki siyah tahta kalemi, beyaz tahta üzerinde kaydırmayı sonlandırdı; ortaya çıkan isim ve yüzündeki kocaman gülümsemesi ile bize döndüğü sırada bakışlarım esmer tenini buldu.
"Merhaba, arkadaşlar. Ben, Mehmet Köse. Bu sene, Türk Dili ve Edebiyatı dersinde benimle berabersiniz."
Hemen arkamda kalan iki kızın sessiz kıkırtıları kulağıma ilişmiş ve kızlardan birinin cümlesi, gözlerimi devirmeme neden olmuştu. "Bana uyar."
"Evet, bir bakalım," derken takmış olduğu yuvarlak gözlükleri hafifçe burnunun üzerine indirmiş ve meşe rengindeki masasına uzanıp eline aldığı kağıdı incelemeye başlamıştı.
"Mevcudumuz, altmış beş kişi. Bu güzel."
Kendi mırıltılarına yine kendisi eşlik ettiği sırada tüm sınıf olarak sessizce onu takip ediyorduk. İnceliyor olduğu kağıtta gezinen gözleri kısılmıştı, hafifçe çatılan kaşları ise yüz hatlarındaki keskinliği daha belirgin bir hale getirmişti.
"Bu sene üniversite okumak istemiş ve abisi onu desteklemiş. Vokal Müziği Fakültesi'nde yer alan Enstrümantal Müzik bölümünde ve sanırım piyano dalını seçmiş. Yani, duyduğum dedikodular bu yönde."
Hemen yanımda kalarak bana doğru eğilmiş olan İdil'in bu fısıltısı, hafifçe kaşlarımın çatılmasına neden olmuştu. Kimden bahsettiğini anlamaya çalışırken ise bakışlarım yeniden İdil'i buldu.
Bahsetmiş olduğu kişiyi fark ettiğim sırada alay dolu bir kıkırtı bıraktım. Hayranlıkla onu izlemeyi sürdürmekte olan İdil, dersin başlamış olmasını umursamamıştı ve bana Yunus Emre Akgöz'ü anlatmaya devam ediyordu.
"Ne kadar şanslı olduğumuzun farkında mısın?"
Kaşlarım yeniden hafifçe çatıldığında ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum. Onu bulan bakışlarıma anlamsız bir bakış bahşeden İdil, hemen ardından bakışlarını yeniden Yunus'a çevirdi.
"Tüm birinci sınıfların alması gereken ortak dersler var ve bu derslerde neredeyse beş sınıfa bölünüyoruz. Ama biz onunla aynı sınıfa düştük. Tanrım, seni seviyorum!"
Artık tutamadığım kahkahamı özgürlüğüne kavuşturduğumda birkaç bakışın bana döndüğünü fark ettim. Kırmızı ruj sürmüş olduğum dudaklarımı birbirine bastırıp bakışları üzerimde olan öğretmene utançla gülümsedim. Gülüşüme tebessüm ederek cevap vermesi kalbimi yumuşatırken üzerimde tuhaf bir etki bırakmıştı.
"Pekala, altmış beş kişi ortak bir ders için oldukça ideal. Öncelikle, aranızda alttan ders alanların olduğundan eminim, gelecek on dakikalık konuşma için onlardan özür diliyorum. Beni dinlemekten pek hoşlanmayacaklar ama," Elini havada sallarken omuzlarını silkti. "Burada patron benim."
Bu birkaç kıkırdamayı beraberinde getirdiğinde gülümsedim.
Kesinlikle okuldaki favori öğretmenim olmaya adaydı. Yaşının yirmilerinin sonlarında olduğunu tahmin edebiliyordum; kollarını dirseklerine kadar kıvırmış olduğu bej rengindeki gömleğinin altında kalan vücudu ise fit bir görünüme sahipken yarattığı tüm bu kombin özgünlük kokuyordu. Pürüzsüz esmer yüzü, gülüyor olduğu zamanlarda oldukça güzel ancak ciddiyken fazlasıyla çekiciydi. Takmış olduğu yuvarlak retro tarzı gözlükler, bu çekiciliğin yüzdelik oranını arttırıyordu. Birçoğunu sol tarafına doğru yatırmış olduğu saçları ise, oldukça canlı görünüyordu.
Bu kadar karizmatik olması karşısında şaşkınlığımı gizlemeye gerek duymuyordum çünkü karşımda bunu oldukça hak eden bir adam vardı.
"Bugün üniversite hayatınızın ilk günü ve hatta bazılarınızın ilk dersi. Üst sınıflara rezil olurum ön yargısıyla heyecanlı oluşunuzu gizlemeyin, lütfen. Onlar da direkt olarak üç ya da dördüncü sınıftan başlamadı. Bu sıralarda oturup, tıpkı sizin gibi ilk gün heyecanı yaşadılar. Demek istediğim, başkalarının düşünceleri için kendi duygularınızı baltalamayın. Üniversite hayatı, yetişkinlik dönemi için bir geçiş dönemi niteliği taşır. Bu nedenle, bazı zamanlarda üzerinizdeki sorumluluğun yükü altında ezilecek gibi olacaksınız, bunu doğal karşılayın. Kimse, mükemmel değil. Hem ne demişler? Düşeceksiniz ki, daha sağlam ayağa kalkın. Her zaman kendiniz olun ve bundan gurur duyun, bunu sevin. İnsanların duygu ve düşüncelerine daime saygılı olun, ancak kendi düşüncelerinizi edinmekten kendinizi alıkoymayın. Bunun aksi, tamamen kendi benliğinize hakaret olacaktır. Şimdi, hadi biraz rahatlayalım."
Şefkat dolu bir ses tonuyla dillendirdiği kelimelerine kimi zaman ara verirken verdiği bu aralarda bakışlarını usulca sınıfta gezdirmişti. Heyecanla yerinde kıpırdanan birkaç öğrenciye sevimli bir gülüş bırakmıştı, hemen ardından beline yasladığı elleriyle kaldığı yerden devam etmişti. Ancak her seferinde tüm sınıfın mimiklerine dikkat kesilmişti.
Birkaç dakika gözleriyle sınıfi taramasına, birbirine kavuşturmuş olduğu elleri eşlik ederken gülüşünü yüzünden silmedi.
"Kendinizi ve sınıf arkadaşlarınızı biraz daha tanımak adına küçük bir uygulama yapacağız. Herkesin dün gece uyumadan önce düşündüğü son şeyi yazmasını istiyorum. Bu bir hayal olabilir, bir eleştiri olabilir, hatta bir dedikodu bile olabilir!"
Sahte heyecanı ile tüm sınıfın havasını dağıtarak her bir öğrenciyi kendine hayran bırakmaya devam eden öğretmen, sıraların arasında gezinmeyi sürdürüyordu. Elini saçlarına daldırdığında ise kalın dudakları kıvrıldı.
"Yazacağınız yazıların anonim olmasını istiyorum. Kimse kağıda adını ya da onu tanımlayacak herhangi bir şey yazmayacak,"
Anlatımını güçlü kılabilmek adına beden dilini kullanmayı ihmal etmeyerek ellerini havada sallamaya başladı. Mimiklerine düşen ciddiyet ise, pürüzsüz yüz hatlarına kolayca yerleşti.
"On beş dakika sonra yazdıklarınızı toplamaya başlayacağım. Daha sonra, bana katlanmış olarak gelen bu kağıtları seçmenizi isteyeceğim. Ve yine kimse isim vermeyecek, bu kağıtları sınıfta okuyacağız."
Soran bakışlarıyla yeniden sınıfı izlerken olumlu mırıltılar eşliğinde gülümsedi. "Başlıyoruz."
"Ona aşkımı ilan etmek için çok mu erken?"
Bakışları iki ön çaprazımızda oturan Yunus'ta takılı kalmış olan İdil, ısrarla onu izlemeye devam ediyordu. Şaşkınca ona bakmayı sürdürdüğüm sırada hayretle mırıldandım.
"Ciddi misin, İdil?"
Kıkırdarken bana dönüp utançla başını öne doğru eğdi.
"Tamam tamam, bunu bir ders daha erteleyeceğim. Çıkış yapmalarından beri ertelemiyormuşum gibi."
Sessiz kahkaham onu da gülümsettiği sırada başımı alayla iki yana doğru sallayıp bakışlarımı parmaklarım arasında olan kağıda indirdim.
"Bir bakalım," diye mırıldanırken dün gece en son ne düşündüğümü hatırlamaya çalışıyordum. Sıraların arasında dolaşan öğretmen, tüm sevecenliğiyle dikkatimi dağıtsa da daha iyi odaklanabilmek adına gözlerimi yumdum.
Eskişehir'e geliş nedenim olan geçmişim, yeniden içimde huzursuz bir his yaratmışken alt dudağımı dişlerim arasına sıkıştırdım. Gözlerimi araladığımda dudağımı dişlemeye devam ediyor ve aynı zaman diliminde kırmızı renkteki kalemi kağıt üzerinde gezdirmeyi sürdürüyordum.
Sınıftaki hafif uğultu, dikkatimi arada bir zedelerken kendi kendine söylenen İdil, dikkatimin dağılmasındaki en büyük etkendi. Bunu sinir bozucu bulsam da asıl sinirlenmem gereken şeyin tek fısıltıda dağılan dikkatim olduğunu fark ediyordum. Tüm bu fark ediliş ise sinirimin daha çok bozulmasına neden oluyordu.
"Evet, bu kadar."
Kalemi kağıdın kenarına bırakmış ve son kontrolü yapmadan kağıdı ikiye katlamıştım. Son kontrolü yapmak için yazdıklarımı okuyacak olursam, yüksek ihtimal ile bu duygu karmaşasından asla çıkamayacak ve sınıfı ağlayarak terk edecektim.
"Kağıtlarınızı arkadan öne doğru bana gönderir misiniz?"
Öğretmenin yumuşak ses tonu, tüm kibarlığıyla yeniden dört duvar arasını doldurmuş ve birkaç kişinin yüzündeki tebessüme neden olmuştu. İdil, elimden almış olduğu kağıdı öndeki çocuğa uzattığında yanımdaki kıza karşı kısa bir gülüş gönderdim.
"Umarım Tanrı bize kötü bir şaka yapmaz ve kendi kağıtlarınızı çekmezsiniz."
Öğretmen, yeniden sıraların arasında dolaşmaya başladığında sınıftaki uğultu ses düzeyini yükseltmişti ve kendi sırası dışındaki öğrenciler kendi aralarında konuşmaya başlamıştı. Bazılarının yeni tanışmış olduğu için sergilediği çekingen tavırları gülümseyerek izlediğim sırada naif bir ses tonu çok daha yakından duyulur hale gelmişti.
"Çek bakalım."
Sol tarafımda kalan öğretmene gülümserken elinde tutmuş olduğu kağıtlardan birini kavradım. Elini hafifçe yanımda kalan İdil'e doğru uzattığında bakışlarını takip edip İdil'e baktım.
"Umarım, Yunus'tur."
Öğretmenin gidişi sonrası dilemiş olduğu dileğin, kağıdı açtıktan sonra düşen yüzüyle beraber suya düştüğünü anlarken kıkırdadım. İdil ise sinirle mırıldandı.
"Bu ne, Tanrı aşkına?"
İdil'in ince parmakları arasında tuttuğu kağıtta yazan 'Yunus Emre Akgöz' yazısına şaşkınlıkla baktım.
"Anlaşılan birileri bu kağıdın Yunus'a gitmesini umuyordu."
İdil, kullandığım alaycı dil ile kıkırdamaya başladıktan birkaç saniye sonra duraksadı, donuklaşan yüz hatlarına kaşlarımı çatarak bakındığım sırada bakışlarını takip ettim. İki sıra önümüzde kalan Yunus'un bakışları önce İdil'deyken, daha sonra bana ulaştı. Birkaç saniye ifadesiz yüzüyle kahve gözbebeklerime kilitlenen bakışlar, gereksiz bir şekilde karnıma garip bir ağrı sokmuştu. Bakışlarını biraz daha alta indirip önce bulunduğum sıraya, daha sonra ise önündeki kağıda çevirdi. Yeniden sırama baktığında ise usulca kaşlarımı çattım.
"Derdi ne bunun?"
"B-ben..."
İdil, çoktan önüne dönüp elindeki kağıdı okumaya başlayan Yunus'u izlemeye devam ederken bakışlarım onu buldu.
"Bilmiyorum ama sanırım adını söylerken duymuş olmalı."
Omuz silkip elimdeki kağıdın varlığını fark edince hızla dört kere katlanmış olan kağıdı açtım.
"Hakan Tuna mı?"
Hâlâ kağıt dağıtmakta olan öğretmen, sevecen tavırlarıyla öğrencilerin arasında geziniyor ve küçük esprileriyle onlara kağıt seçerken yardımcı oluyordu. Mırıltım ile dikkatini çekmiş olduğum İdil ise küçük bir kahkaha attı.
"Sanırım senin kağıdın sahibiyle, benim kağıdın sahibi arkadaş. Biri gece yatmadan önce Yunus'u, diğeri de Hakan'ı düşünüyor. Aman, ne kadar özgün."
Gözlerini sinirle devirip bakışlarıyla yeniden öğretmeni bulduğunda kıkırdadım. Birkaç saniyenin ardından onu taklit ederek kahvelerimin bulduğu öğretmeni izlemeyi sürdürdüm.
"Herkes kağıdını aldı, değil mi?"
Sınıftan yükselen uğultu ile gülümsedi. Bakışları tüm sınıfı taradığı sırada kalın dudakları yeniden aralandı. Dilini dudaklarının birleştiği sol kısımda birkaç saniye gezdirirken sınıftaki yüzleri izlemeye devam ediyordu.
"Peki herkes kağıdını okudu mu?"
Yeniden yükselmiş olan uğultu ile gülümsemesi büyüyen öğretmen, gömleğinin iliklenmiş olan üçüncü düğmesiyle oynamaya başladı.
"Peki kim okuduğu kağıdı bizimle paylaşmak ister? Gerçekten çok beğendiğiniz bir yazı oldu mu?"
Gömleğinin düğmesiyle oynamayı bırakmıştı, masasına doğru ilerlediği sırada hızla sınıfı taramaya devam ediyordu. Kalçasını masaya yasladı ve gülümsedi. Bakışları havada bir el görmesiyle büyüdü ve heyecanla orayı işaret etti.
"Hah, işte bir gönüllü!"
Omuz hizasında bitmekte olan siyah saçlarını düzelten kız, usulca ayağa kalktı ve üzerindeki beyaz elbiseyi düzeltti. Alt dudağını büküp hafifçe yanağına dokunurken kağıdı parmak uçlarında tutmaya devam ediyordu.
"Bu yazı..." diyen mırıltısı sessiz sınıfta can bulduğu sırada gözlerini kıstı. Doğru kelimeyi arıyor oluşunu fark ettiğimde gülümsedim. Yazının sahibine saygısızlık etmekten çekindiğini düşündüğüm sırada onu izlemeyi sürdürdüm. "Beni hem hüzünlendirdi, hem de rahatlattı. Bu nedenle tüm sınıfın duymasını istedim."
"Bu çok güzel," diye mırıldanan öğretmen, kıza güç vermek adına gülümseyişini büyüttü. "Devam et lütfen."
"Bir bakalım, aslında bunu her gece
düşünüyorum ama neden... Neden şu an yazmak zor geliyor? Ben her gece günün sonunda yorgun bedenini yatakla buluşturduğunda, zihninin acı çekmesine engel olmak adına, normal bir hayat dilemeyi düşünmemek adına, gözlerini sıkıca yuman o küçük çocuğum. Düşünmeyi bırakamıyorum, bunun olmasını deli gibi istesem de, bırakmak imkansız geliyor. Anne ve babamla yaşadığım bir ev, normal bir kız arkadaş, normal bir okul hayatı ve daha sonrasında gelen normal bir iş hayatı. Bunlara asla sahip olamamak bir yana, henüz çocukluğumu dahi yaşayamadan hangi yetişkinlik döneminden bahsediyordum ki? Bunlar yoruyor. Bedenimin yorgunluğunu hiçbir zaman önemsemeyişim, iki gün dinlendiğimde yeniden doğmuş gibi hissedeceğimi bildiğim içindi.
Ama, ruhum... Ruhum yoruluyor, zihnim bağırıyor. Bunları görmezden gelmek, güç. Ama asla anlatamıyorum. Tüm bu kalabalığın içinde deli gibi yalnız olduğumu kimseye fark ettiremiyorum. Tüm bunları başka bir yüze karşı söylemek, zor geliyor. Bunu asla beceremiyorum ve asla beceremeyeceğim. Ama tüm bunlar, ruhumu kemiriyor. Tüm her şey gibi bunu da kimseye anlatamıyorum."
Kızın bakışları öğretmeni bulduğunda sınıfa çöken kasvetli havayı dağıtmak ister gibi gülümsedi. Bakışlarım, öğretmeni taklit edip sınıfta dolandığı sırada tek bir yüzün kağıdı okuyan kıza dönük olmadığını fark etmiştim.
Yunus Emre Akgöz, giyiyor olduğu siyah gömleğin üzerinde kırışmasına neden olacak kadar rahat bir biçimde oturduğu sırasında hafifçe öne doğru eğilmişti. Dirseklerine kadar kıvırdığı gömleğinin kolları altındaki beyaz teni, birkaç damara ev sahipliği yapması dışında pürüzsüzdü. Sıkı bacaklarını saran kotu, oturuyor olmasıyla birlikte baldırlarını daha ön plana çıkarır hale gelmişti. İpeksi saçları alnına dökülüyordu ancak O, görüş açısına girmekte olan saç tutamlarına aldırmıyordu. Sağ elindeki biçimli parmakları arasına sabitlediği kalem ile önündeki kağıda karaladığı resmi devam ettirirken yazıyı okuyan kızın tekrar konuşmasıyla onunla aynı anda fısıldadı.
"Ve ben, ruhumun ölüşüne tanıklık ediyorum."