sen; akmak ve varmaktan doğan çıngar

müjde ki fevz bekleyişlerimde

duruşun saçılıyor şurama, yaşamlı ağırlıklarla

gittikçe kaçan uykumun dürtü çomağı

yastık söküğüm, vakitsiz vakitlerde

damağıma zonklayan koşu

şu derin vakitle kavruluyor içlerim

fevz çekiyor canım, fevz ile vuslat

âlem kendi suyunu ateşe tutuyor

ateş, suyu söndürüyor

müjde ki

kalmıyor bize

kalbimizden başka bir şey


seninle büyüyor umudumun yarası, başımın aklığı, yaşımın hüznü

göğsümde asılı bekleyen

ağzında burkulan kâğıt, ağzımı tutuşturuyor

yüzüme esniyor, geriliyor

bir ayaklanış öncesi durgunluğu

küçültüyorum zaman dilimlerini diklenişlerimin

kendimden yeni emekli, göğüs ağrılarına memurum

bu son feylûle olsa

bu son feylûle olsa ve çekilsem kendi sesime

kendi çarmıhıma gerilsem de

göğsüme değil, sözlerime asmayı öğrensem hüznümü


çünkü

gece ki kendi cerihasını doğuruyor darulardan

bundandır, sustuğum an iplerim kopuyor

ve göğsüm kendi kanatlarına eziliyor

göğsüm; kibirli ruhlar arasında, sorularla çevrili bir menzil

ey taşlanışım, zerdali sınır yellerim

sustuğum an uzvum kalmıyor


kendine dadanan yantırı balıklar

gözlerine vâsıl olamayan gözlerim

kültepe, soğuk kış akşamları

ürperişiyle kandırılmanın ve kabullenmenin

alnının çatığına sığınamayan alnım

usullukla halledilmeyecek bir konu

yüreğimle giriştiğim,

gidişle değil, zamanla yittiğim

ve

sözlerin; ruhumu üşüten bir fransız kilisesi


neşterleyenini gizlemekmiş göğsümün avcuma kazınan

bu dağ ve bu rastsız roman

esir kaldığım güz gülleriyle

kendini çatlatıp çatlatıp

yeniden birleştiren sabrımmış

beni hâlâ burada tutan


yolum kesilsin, iniklensin perdelerim

algun cam gölgelerine takılsın yine adımlarım

sûretime vursun sûretin

ruhun gıdasıdır şu işittiğin sürûd

çalan sayhadır gözlerine


ellerin cepsiz

ellerim, ellerini sayıklayan

nesine yürek öldürdüğüm şu sînen

sönüşsüz yazgım, köpüğüm, törpüsüz öfkem

gözlerin ki tahrîmen mekrûh

gözlerim ki kendini yollara muştulayan.