Yabancısı olduğunuz bir sokakta düştüğünüzde, kalkamadığınızda ve elinizi bir yardım bekler gibi havaya uzattığınızda, size uzanan elin rengini önemser miydiniz? Çocuğunuz adını haber bültenlerinde sıklıkla duyduğunuz bir ülkenin bombasıyla öldüğünde, önemli olan tek şey bu çocuğun "sizin" çocuğunuz olması mı olur?

"Yaşama hakkımı verin!"

Bu sözü söylemek için illaki yakınınızın mı ölmesi gerekir?

"Eğitim hakkımı verin!"

Toplum tarafından itildiğinizde onların sizi geri kaldırması için mi söylersiniz bu cümleyi?

"Hakkım olan huzurumu verin, gülüşümü verin, susturduğunuz cümlelerimi verin!"

Başkalarının yaşadığı şeyleri siz yaşayınca mı bir anda hakkınız olanı ararsınız?


Temelde insan hakları, "insanı olduğu gibi kabul eden" bir idealdir. Herkes tarafından ciddiyetle, süslü bir hâlde tanımı yapılır ve herkes de bu tanımı "olduğu gibi" kabul eder. Ama uygulamak konusunda aynı özveriyi sergilemez. Çünkü bu afili cümleleri kurmak için harcanan zaman, bir insanı anlamak için harcanmaz. Birileri ekranlara çıkar ve bunları söyler. Birileri onları alkışlar. Sonra alkışlanan kişi, kendi sözlerini çiğner. O alkış için kalkan eller, bir masumu korumak için kalkmaz. Bir çocuğu arkasına alıp korumaz.


İnsan unutur, diğerlerinin de kendi gibi nefes alıp yaşadığını, sevdiğini, kırıldığını, öfkelendiğini... Sayılardan ibaret gördüğü insanlar ete kemiğe bürünüp bir dost olur bazen. O zaman cümleler "Ya ben hepsi için demiyorum zaten!" ile başlar. Yanılgısında, ön yargısında boğulur insan. Unutur dilin anlaşmak için olduğunu, zihninden silinir sevgi sözcükleri, kalbine dolan karanlık nefret ele geçirir benliğini. Unutur hoşgörüyü, kendinden olmayana kinlenir, aynı dinden, milletten, renkten olmayana tepeden bakar. 


Kalp sevmek için vardır, kinden kararıp nefret pompalamak için değil. Ve insan… İnsan, yaşamak için vardır; acısıyla tatlısıyla yaşamak için. İnsan hakları da henüz yaşamadığımız anılarımızı korumak için vardır. Çocuklar ölmesin, kadın çığlıkları dursun, kalıplar kırılıp son bulsun diye... Çünkü ölen çocuklarla birlikte, solar yarınlarımız. Çocuklar avuç içlerinde minik fidanlar taşır, bu fidanlar diğerlerinin aksine toprakta değil insanın kalbinde büyür, sevgi ağacına dönüşür. Meyve verir, farklı kültürlere saygıdır meyvesi, çünkü onu taşıyan avuçların rengi değildir önemli olan. Ve bu fidanlar karışırsa toprağa onları taşıyan minik bedenlerle birlikte, gözyaşı emer bitkiler su yerine. 


Bir kadın yardım için haykırdığında sessiz kalırsa dünya, maviliğini kaybeder yavaş yavaş. "Ne yaptı da öldürdü acaba?" soruları yankılanır korku dolu sokaklarda. Erkek çocuğuna dayatılan tabular yıkılmazsa, boğuluruz ağlamayan erkeklerin gözyaşlarında. 

   

Kişisel gelişim kitaplarındaki gaz veren cümleler gibi alkışlamak olmaz insan haklarını. Altını çizip iki gün sonra unutmak, sosyal medya hesabında beğeni almak için paylaşıp geçmek olmaz. Çünkü yaşama hakkımız elimizden alınırsa; özgürlüğümüz, düşüncelerimiz zincirlenirse ne kişisel gelişim kalır geriye ne de altı çizili kitaplar.


Şu anın büyükleri ve gelecekte yetişkin olacak çocuklar, bilin haklarınızı! Bilin ve uygulayın, sahip çıkın! "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!" diyenlerden olmayın siz. Büyüsün, ağaç olsun avuçlarınızdaki fidanlar, saygı meyveleri ile dolup taşsın her yer. Boğulmayalım maviliğini kaybetmiş dünyanın korku dolu sokaklarında! Ve yaşadım demek için 70 yıllık hayatta, unutalım farklarımızı, çeşit çeşit ağaçlardan oluşan bir orman olalım!