Sistem canavarları yaratır ve beslemek için kurbanları köleleştirir. Bunu yaparken de eylemin içselleşmesi için korkuyu kullanır. Korkunun aşırılığı insanın tüm var oluşsallığına nasıl etki ettiğini ve bu etkinin tepkiselliği açısından bireyin aşırılığın peygamberliğini vaaz edecek durumlar gerçekleşir. Bu bağlamda korkunun toprağında filizlenen çiçeklerin kokusu sadece endişe ve köle olmaktır. Ve bu koku o kadar öz olarak kabul edilebilir hale bürünür ki kişi ve toplum nezdinde herkesleşmenin ve normalleşme adı altında tek bayrak, tek ses kısacası bireyi tekelleşmesidir. Peki birey gerçekten de böyle bir distopya da yaşamak ister mi? Özgürlük denilirken aksi yönde yapılan ve yapılacak olan tüm edimleri ön koşul gibi kabul edilmesi, çaba sarf edip kendiliklerini kazanmak yerine biçilmiş role kendisiymiş gibi kaptırmak... Kısacası birey olma özlemi içinde olan kişinin tüm bireyselliği elinden alınıp ona fanusta bir hayat sunmanın hem mutluluk ve umut aşılaması hem de onun o olma durumlarına ket vurulması...
Sonuç olarak birey ya da toplum duygularını ve akıllarını bir başkasının veya ötekinin kullanımına sunduğunda olacak tek şey putlaşmış kavramlara inanmayı, düşünceleri yok saymayı, eleştiriyi dışlamayı ve buna kapı aralayacak bütün nedeleri yok etmeyi amaçlayan bir sisteme tabi olmayı ne kadar kabul edebilir ki insan!