Salondan burun çekme seslerini duyuyordum. Kendini filme çeken kadını, kulağım acıyla işitiyordu. Yerdeki kanların benim olabileceğini ,bedenimin içinden çıkmış sıvının bir yerlerde izi kalabileceğini düşündüm. Korktum. Kendime anlamsız ve boş geldim , dünyada nelerin yaşandığını bir kez daha idrak ettim. Bana oradan selam yolladılar, ben ise sadece acılarını en derinliklerimde hissettim. Yeterli gelmedi. Son yıllarda dünyadaki herkesin hikayesini merak eder oldum. Hepsinin hikayesini dinleyecek kadar ömrümün olmadığını fark ettim. Kaybolup gitti hikayem gözlerimin önünden. Acısız hikaye olmaz dedim. Acısız hikaye olmaz.


Gözlerim sahnedeyken Selva hanımın peçete uzatışıyla irkildim. Hayatına içimden dualar ettim. Perdede yaralı insanların vücutları, cesetleri...gerçekti. Film değildi. Benim gibi içinden bir kaç şey kopup gidiyordu seyircinin. Bazı yerlerde gözlerimi kaçırıyordum. Etkilenmekten korkuyordum. Ne ahmakçaydı ama. Waad ( belgeseli çeken hanım, Sama’nın annesi) çektiklerini, kendini, kendi hikayesini ve yaşadığı çoğu şeyi bize duyurdu, gösterdi, hissettirdi. İzleyen her insan eminim bu hikayeyi , yaşanmış bunca şeyi zihnine kazıdı. Öfke duydu , hatta ağlamak istemedi, öfkesi duygularından ağır bastı bir çok kişiyi.  Ve daha binlerce Waad gibi kendi hikayesini acılarla yaşamış, yaşayan insanlar var. Ama onlar Waad gibi gazeteci değiller.


Savaş yaşamamış, hâlâ şükür içinde kendi topraklarında yaşayan biri olarak yazıyorum. Merhaba ben Suriyeliyim, Afkanım, Türküm, Filistinliyim, Sudanlıyım,  Kürdüm, Almanım...Ben her yerliyim, göçmenim. İnsanım. Hayatta iki türlü insan var. Bir "İyi şeyler yapan iyi insanlar" bir de " Kötü şeyler yapan kötü insanlar. " Selametle