Ellerim deklanşöre bastığı an zamanı öldürüyorum. Artık benim kölem diyorum ona. Çırpınıyor haliyle. Pek yaramaz. Alışık değilmiş, sal gitsin diyorlar. Hep bir şeyler söylüyorlar. Öyle derler. Aldırmıyorum.

Sokak kalabalık. Her bir tuğla özenle kaosu beslemiş gibi geliyor bana. Ana rahminden çıkan bebeklerin sesleri kulaklarımı tırmalıyor. Bir kamera gibi bakış atıyorum. O anı, zamanı tutsak edecek anı kovalıyorum. Bebek ağlıyor ve şap! Elimde artık. Şehir ayaklarımın altında ağlıyor. Umursamıyorum. Sert, ölü balık gözlerim ilgisiz. İnsanlar yanımda sel gibi akıyor. Çekiniyorlar, görmüyorlar. Bol yeşil pantolonum ve kendim yırtıp biçtiğim gömleğim var üzerimde. Desenleri pek düzensiz, fırça darbelerimin renkleri ile dolu. Palyaço gibi hissediyorum kendimi.    

İnsanların kafası beliriyor. İzliyorum; gölgenin şekille bürünüp tabloya dönüşmesini. Bir hikâye belirmesini bekleyen avcıyım ben. Bir çocuk elinde balon tutuyor. Annesi peşinden sürüklüyor. Annesi iyi giyimli güzel bir kadın. Hayatı bilenlerden. Sert kaşları evren hakkında çocuğun bilmediği bir şeyi biliyor. Sırdan biri. Sıkıca tuttuğu eli peşinden çekiyor kendisini. Hadi diyor. Zamanımız yok. Ama benim zamandan çok bir şeyim yok. Pusu anı belirliyorum kendime. Sarı bir taksi ve güneş ardımdan duruyor. Kameramın kadrajını inşat halindeki tuğlalara pozluyorum. Karanlığı çağırıyorum kadrajıma, ışıkları ürkek bırakıyorum. İşte evrene hâkim kadın çocuğu ile geliyor. Çocuk balonunun kaçmasından, kendisini terk etmesinden korkuyor ve ben deklanşöre basıyorum. İri yeşil gözlü çocuk mavi balonuna bakıyor. Annesinin eli bir Azrail gibi kenetlenmiş minik eline ve gerçek dünyaya çekiyor. Artık bu hikâye bende. Zamanını çaldım. Kadın her ne kadar çaresizse ben de bir o kadar güçlüyüm.

Şimdi başka bir sokak yürüyor önümde. Tanrısını öldürmüş bu sokak. Dövmeli kadınlar kahkaha atıyor. Motosikletle süzülen gençlerin elinde bira var. Fular takmış yönetmenler, keşfedilmemiş kızgın yazarlar ve sahte tiyatrocuların yalnızlıkta nefes alabileceği sokak burası. Anne ve babalar çarmıha gerilmiş. Ağızlarda neşe dolu ezgi tutturmuş bu sokak. Gözler üstümde ziyafet çekiyor. Onlardan biri olmadığımı biliyorlar. Bende biliyorum. Burunlarını kıvırıp kendince yarattıkları cennete dans etmeye başlıyorlar. Bir köşede yaşlı bir adam; kaldırıma yorganını sermiş sigarasını içiyor. Fotoğrafını çekmek gelmiyor içimden. Para atıp uzaklaşıyorum oradan. Renkli binalar, döküntü çatıları ardımdan bırakıyorum. Güneşin gittikçe uzaklaşmasını istiyorum benden. Cömert olmayan altın ışıklarını bekliyorum.  

Beklediğim oluyor. Kayaları döven dalgaların üstü turuncu renklere bürüyor. Güneş artık kızgın değil. Minnet duyuyorum. Kameramı kapatıp gözlerimi açıyorum. Artık herkes gölgeden ibaret. Gözleri, dudakları, burunları ve aptal suratları benim için bir anlam ifade etmiyor. Sadece gölgelerinden ibaretler. Derin bir nefes alıyorum. Dalgalar boyunca yürüyorum insanların arasında.

Yoruluyorum. Saatlerce yürüyorum ve ayaklarım irademe boyun eğmiyor. Kendimi bir kaldırıma bırakıyorum. Önümde gölgeler geçiyor. Herkes hızlı adımlarla arşınlıyor sahili. Uçan kuşlardan habersiz şehrin uğultusunda beklenen, kaçırılan fırsatlar var. Koş oğlum koş!

Kendimi sessizliğe bırakıyorum. Gömüldüğüm bedende küçük ritimli şarkı özgür kalıyor. Sabah kahvaltısı. Biri bağırıyor erkek ve kadın sesleri iç içe geçmiş bir ağrı… Kızgın sözler odanın duvarlarına sinmiş. Alışmışlar onlarda. Ağzıma bir lokma giriyor. Bir bok olmaz diyor bir ses, kimden çıktığını kestiremiyorum. Umursamıyorum. Tanrıya dair bir haykırış var uyurken, bir ses gecenin karanlığında ağlayarak dua ediyor. Beni tüketti diyor. Sonra görüntü kayıyor ses çıkarmadan. Toprak ve tozun içinde iki tane çocuk görüyorum. Birbirlerinin boğazına yapışmış ağlayarak tokatlıyorlar korkularını. Başka gölgeler etrafında çember çizip alkış tutuyor. Kahkahalar duyuyorum.

Sessizlik, gevrek simitlerim var diye bağıran amcanın sesiyle çatırdıyor. Şimdi mutlu musun? Hayır değilim. Sen hep böyleydin. Başına buyruk bir asi. Gülme öyle. Ağzımdan güzel bir kelam çıkmadı. Yontma sesleri içerisinde talaşa üflüyor göbekli ve bıyıklı bir adam. Ardından merhamet dolu bakışlar var. Ses çıkaran çıraklar kavgaya tutuşmuşlar.

Hayal kırıklığı. Satılmaz. Peş para etmez bu. Öyle deme. Doğru yolu bulacak.

Yol ayrılıyor biliyor musun? Pek çok kez düştüm ve düştüğümde kimse yoktu yanımda dedi balina. Okyanusta karanlığa fısıldıyordu. Kuyruğunu salladı. Düştüm ve düştüğümü bile fark edemedim. Bir ağaç vardı suyun dibinde. İncir verirdi dallarından. İri ve lezzetli. Bir ben yiyememişim gibi hissediyorum. Balina dans etti etrafında. İri gözyaşları aktı okyanusa. Şimdi söyle bana dedi. Gürdü sesi. Ne yaptığımı bilir muyum sanıyorsun?

Her şey zamanla sürünerek bir müzik notaları gibi uzaklaşırmış. Kaldırım taşları sümüklü böceğe dönüştüğü izledim. Kartal olup uçtular, aslan gibi atıldılar dalgalara. Dalgalar yalnızmış. Ayşe teyze söylemiş. Yalnızlık polisi kendisi. Sakın he gözükme ona. Müebbet yersin evladım.        

Uyandığımda denizin ortasında buldum kendimi. Sırt üstü serin dalgalara bırakmıştım kendimi. Deniz, kıyıdan uzaklaştırıyordu beni. Bir ıslık sesi duydum ve motor sesi üstüme doğru akın ediyordu. Bir el ve sonra kararmaya yüz tutmuş gökyüzünün altında sahile doğru süzüldüğümü hatırlıyorum.

Kıyafetlerim aldım kucağıma. Kameram da elimdeydi. Gölgeler bana bakıyordu. Akşam olmuştu. Şehrin ışıkları çiçekler gibi açılmış karanlık kuleleri aydınlatıyordu.

Kıyafetimi giyip tekrar kendimi kalabalığa bıraktım. Kimseye dokunmadan. Kimseye selam verip bakmadan sessizce yolara attım kendimi. Önüme binbir çeşit yol serildi. Seçenek içinden seçenekler fısıldadı kulağıma. Biri, diğeriyle dans ediyor, ötekisi ondan nefret etmiş, bıçaklara sarılmış…

Ne yapacağımı ya da ne karar alacağımı bilmiyorum. Dikildim bende. Mavi balinanın ezgisine kulak verdim. İçimde karasız bir cümbüş parladı. Kendimi ona bıraktım. Bir adımım diğeriyle alakasız ve sesliydi. Diğeri sakin ve istikrarlı, ahenk içinde süzülüyordu. Bir bok olmayan oyulmuş bir at gibi yapmacık bir şekilde süründüm kalabalıkların arasında.

Şu an bir ev yok. Belki yarın belirir. Tren raylarında içilen bir sigara güneşten daha tatlıdır. Gölgelerle iç içe geçmiş kadrajlara renk gelir, sessizce ölen çiçeklerinde belki değeri bilinir. Kim bilir. Kim bilebilir ki suretlerin içinde beliren bir şey sende kayıp olanla çıkıp belireceğini. Kim söyleyebilir ki sana kim olduğunu sen bilmezken.

Tüm düşünceleri kenara bıraktım. Yarım olarak sadece ileriye adımımı attım.