Bir gece yarısı ben, kediler, sokak lambaları bir de ağustos böcekleri uyanık.

Uzun, yolları yamalı ara sokakta ilerliyorum. İki yanı apartmanlarla çevrili, çirkin, sıradan ve her karışını ezbere bildiğim bir sokak. Doğru düzgün seçemediğim, kirli çöp konteynerinin arkasında, yolun solundaki apartmanın 3.katında yanan tek ışık sönüyor .

Karanlıkta artık simsiyah görünen, füme renginde tül perdeleri aralanmış, penceresinden hafifçe çırpınan o ev, benim evim. İlk kez görmüş gibi ve ışığın tekrar yanmasını umarak karşı kaldırıma oturup gözlerimi pencereye dikiyorum. Perde, esintiden bir kere daha kıpırdıyor ama ışık yanmıyor. Gecenin sükûnetinden, olduğundan daha da gürültülü algıladığım bir çöp kamyonu, sokağı aydınlatarak füme perdeli evin altında duruyor. Konteyner neredeyse boş. İçinden bir buket solmuş çiçek, bir zamanlar güllere yuva olmuş haki yeşil seramikten kendi ellerimle yaptığım saksıların parçaları, gürültüyle düşüyor. Kamyon, aldığı konteyneri yerine bırakıp uzaklaşıyor.

Saat gece yarısını, uykum ise bedenimi epeyce geçmiş.

Burada oturmuş "O ışık tekrar yanar mı?" diye bekliyorum. Şehir uyumuş...Mahalle ıssız ve evim orda...Sessiz.

Bana doğru yaklaşan bir gölge dikkatimi dağıtıyor. Ayak sesi çok tanıdık. Sesin geldiği yöne doğru başımı çeviriyorum.

Kalbim en sevdiğim şarkının ritminde ve yaklaşan ayak sesini bastıracak kadar gürültülü çarpmaya başlıyor.

Ses giderek yaklaşıyor, kalbim daha da hızlanıyor ancak gölge bir türlü netleşmiyor. Yaklaşıyor, yaklaşıyor...Tam yanıma gelip oturuyor ama bir gölge olarak kalmaya devam ediyor.

Sesi var, izi var, cismi yok...

Saçlarımı okşamak üzere elini uzatıyor, izin vermiyorum.


''Neden?'' der gibi yüzüme bakıyor. "Sebebini biliyorsun, sorma bile." diyorum.

Gözlerimi pencereye dikiyorum. Benimle beraber gölge de pencereyi izliyor.

''Tekrar yandı mı ışık?'' diye soruyor.

"Sen söndürdüğünden beri mi?" diyorum.

"Hayır ve güller de çoktan öldü. Az önce bir kamyon onları süpürdü."


İç çekiyor...Sonrası sessizlik...

...

Bir daha tek kelime etmeden, gözlerimizi kırpmadan, pencereyi izleyerek sabahı ediyoruz beraber.

Güneş doğup komşular işe gitmek için birer ikişer apartmanlardan dökülmeye başlıyor.

Çocuklar okul yollarına koyuluyor,

kuşlar ağaçlardan uçuşuyor,

arabalar otoparklarından ayrılıyor.

Ve gölge kayboluyor.

Yerimden doğrulup uyuşmuş bacaklarımı ovuşturuyorum.

Apartmana doğru yürüyüp, kapıyı açıp 3.kata çıkıyorum. 'Nefesini tutup, birden derin ve karanlık bir suya dalar' gibi hızlıca içeri giriyorum.

Başka türlü cesaret edemeyerek,

tek seferde.

Birdenbire.

...

Odaya doğru yürüyorum, perdeyi toplayıp pencereyi kapatıyorum.

Bir daha dönmemek üzere, çıkmadan son kez, boş eve bakıyorum.

Tuttuğum o nefesi son bir cümleyle veriyorum:

'' Hoşça kal gölge.''

...