I. Bahçenin Fethi


Başımızın üstünden uçan

ve avare bir bulutun dağınık düşüncesine dalan

ve sesi kısa bir mızrak gibi

ufkun genişliğini aşıp giden o karga


haberimizi şehre götürecek


herkes biliyor

herkes biliyor

sen ve ben o abus çehreli soğuk pencereden

bahçeyi gördük

ve elin ulaşamayacağı o oyunbaz daldan

elmayı kopardık


herkes korkuyor

herkes korkuyor ama sen ve ben

ışığa, suya ve aynaya bağlandık

ve korkmadık


iki ismin cansız birleşmesinden

ve bir defterin yıpranmış sayfalarında

kucaklaşmaktan söz etmiyorum


bahtiyar saçlarımdan söz ediyorum

senin öpüşünün yanık gelincikleriyle

ve çalmadaki tenlerimizin içtenliğinden

ve sudaki balıkların pullarına benzeyen

çıplaklığımızın ışıltısında

sabahları küçük fıskıyenin söylediği

bir şarkının gümüşsü yaşantısından söz ediyorum


biz o yemyeşil akan ormanda

bir gece yaban tavşanlarına

ve o soğukkanlı, acılı denizde

inci dolu istiridyelere

ve o yapayalnız, muzaffer dağda

genç kartallara sorduk

ne yapmalı?


herkes biliyor

herkes biliyor

simurgların sessiz

ve soğuk rüyasına yol bulduğumuzu

gerçeği bahçede

adsız bir çiçeğin utangaç bakışında

ve ölümsüzlüğü

iki güneşin birbirine bakıp daldığı

sonsuzluğun bir anında bulduk biz


karanlıktaki ürkek fısıltıdan değil

gündüzden ve açık pencerelerden söz ediyorum

ve tertemiz havadan

ve gereksiz her şeyin yanıp durduğu ocaktan

ve her türlü ekinden daha verimli bir topraktan

ve doğumdan, olgunluktan,

gururdan sözediyorum

ve gecelerin üstüne

kokunun, ışığın ve meltemin mesajıyla

bir köprü kuran

sevdalı ellerimizden söz ediyorum


kırlara gel

uçsuz bucaksız kırlara

ve fesleğenlerin nefesleri ardından çağır beni

eşini çağıran bir ceylan gibi


perdeler gizli hıçkırıklarla dolu

ve masum güvercinler

beyaz burçlarının yücelerinden

aşağı bakmaktalar.


Çeviri: Makbule Aras



II. AKBABA


Tepemde bir akbaba

hırsla ölmemi bekliyor,

ben ise düşünüyorum

nasıl bir tuzak kurayım ki

bana yaklaşsın da

onu vurayım.


Soluk almak için

oturmaya kalksam

işte yıkıldı diye

saldırıyor yüzüme,

onu vurmak için

anlayınca fırsat beklediğimi

hızla dönüyor gökyüzüne.


Kuşaktan kuşağa

onca insanlar öldü

yem olarak, şu ihtiyar akbabaya.


Deneyimlerim sesleniyor ki

bitimindeyiz zamanın

yaklaşan bir sonu var

ya senin, ya ihtiyar akbabanın.


Bu cadı, bu kocamış

leş yiyenin yazgısı, sana bağlı

başaramazsan eğer

sıran geldi demektir


Tepemde bir akbaba

hırsla bekliyor ölmemi

vay eğer

fırsatı ben kaçırırsam.


Çeviri : M. Babek



III. KUŞ ÖLÜMLÜDÜR


İçim sıkılıyor

içim sıkılıyor

avluya çıkıyorum ve parmaklarımı

gecenin gergin teninde gezdiriyorum


hiç ışık yok

hiç ışık yok


kimse güneşle tanıştırmayacak beni

kimse serçelerin şölenine

götürmeyecek beni

uçmayı anımsa

kuş ölümlüdür.


Çeviri : Makbule Aras



IV. YERYÜZÜ AYETLERİ


O zaman

Güneş soğudu

Ve bereket topraklardan gitti.


Ve çöllerde yeşillikler kurudu

Ve balıklar denizlerde kurudu

Ve toprak

Ölülerini kabul etmez oldu artık.


Bütün solgun pencerelerde gece

Belirsiz bir düşünce gibi

Birikiyor durmadan ve taşıyordu

Ve yollar

Sonlarını karanlığa bıraktılar.


Kimse aşkı düşünmez oldu.

Kimse düşünmez oldu yengiyi

Kimse

Hiçbir şey düşünmez oldu artık.


Mağaralarında yalnızlığın

Uyumsuzluk doğdu

Afyon ve esrar kokusuyla kan,

Başsız çocuklar doğdu

Gebe kadınlardan.

Koştular mezarlara sığındılar

Beşikler

Utançlarından.


Kötü günler geldi ve karanlık

Yenilince ekmeğe şaşırtan gücü

Tanrı elçiliğinin

Kaçtılar adanmış topraklardan

Aç ve sefil peygamberler.

İnsanın kaybolmuş kuzuları

Çobanın seslenişini duymaz

oldular


Çöllerin cennetinde.

Aynaların gözlerinde sanki

Tersine yansıyordu renkler

Kıpırtılar, davranışlar, görüntüler.


Bir şemsiye gibi tutuşuyordu

Başlarında aşağılık soytarıların

Utanmaz yüzlerin orospuların

Tanrının o kutsal ışık çemberi.


Bataklıkları alkolün

Ağulu buharlarıyla buruk

Çekti derin köşelerine

Durgun aydınlar yığınını

Kemirdi aç gözlü fareler

Altın yapraklarını kitapların

Eskimiş raflarda, dolaplarda.


Güneş ölmüştü

Güneş ölmüştü ve yarın

Uslarında küçük çocukların

Yitik, belirsiz bir kavramdı.

Defterlerine sıçrayan kapkara

İri bir mürekkep lekesiyle

Anlatıyordu çocuklar

Tuhaflığını bu eskimiş sözcüğün.


Zavallı halk

Yüreği ölgün, bitmiş, dalgın

Huzursuz ağırlığı altında ölü

gövdesinin

Bir yerden bir yere sürünüyordu

Ve önlenmez cinayet isteği

Durmadan büyüyordu ellerinde.


Kimi zaman ufacık bir kıvılcım

Bu cansız ve sessiz topluluğu

Ta içinden dağıtıyordu birden.

İnsanlar saldırarak birbirlerine

Biri karısının boğazını

Kör bir bıçakla kesiyordu

Bir ana birer birer çocuklarını

Tandırın ateşine atıyordu.

Boğulmuş kendi korkularında

Ürkütücü duygusu suçluluğun

Öldürdü, öldürdü kör ruhlarını

Ve çocukları.


Ne zaman bir tutsak asılırken

Darağacının yağlı halatı

Korkudan kasılan gözlerini

Sıkarak dışarıya fırlatsa

Onlar dalardı içlerine

Şehvetle titreyen bir düşünceden

Gerilirdi yaşlı, yorgun sinirleri.


Ama her zaman alanın kıyısında

Bu küçük canileri görürdün

Durmuşlar ve dalgın bakıyorlar

Fıskiyelerden suyun durmaksızın akışına.

Ola ki gene de arkasına

Ezilmiş gözlerinin ve donmuş derinlerde

Yarı canlı bir küçük şey karışık,

Kalmıştır.

Güçsüz bir çırpınışla istiyordu

İnanmayı su sesinin doğruluğuna.


Ola ki...

Ola ki.. Ama ne sonsuz boşluk...

Güneş ölmüştü

Kim bilebilirdi artık

Yüreklerden kaçan o üzgün

güvercinin

İnanç olduğunu...


Ah tutsağın sesi...

Büyüklüğü senin umutsuzluğunun

Işığa bir küçük yol açmayacak mı

Bu uğursuz gecenin bir köşesinden?

Ah tutsağın sesi...


Çeviri: Onat Kutlar - Celal Hosrovşahi




V. İÇİM ACIYOR BAHÇEYE


Çiçekleri düşünmüyor kimse

balıkları düşünmüyor kimse

kimse

kalbi güneşin altında iltihaplanan

hafızası yeşil hatıralardan

usul usul boşalan bahçenin

ölmekte olduğuna

inanmak istemiyor

ve bahçenin duygusu sanki

kendi yalnızlığında çürümüş

soyut bir şeydir


evimizin avlusu tenha

evimizin avlusu

bilinmez bir buluttan yağmur bekleyerek

esnemekte

ve boştur evimizin havuzu

tecrübesiz küçük yıldızlar

ağaçların üstünden yere düşüyorlar

balık yuvalarının

rengi uçmuş pencerelerinin aralığından

öksürük sesleri geliyor geceleri

evimizin avlusu tenha


baba:

"benden geçti diyor" diyor

"benden geçti

unumu eledim eleğimi astım"

ve odasında

sabahtan gün batımına

ya Şehname okuyor

ya Nasihü't-Tevarih

baba anneye diyor ki:

"lanet olsun balığa da kuşa da

ben öldükten sonra

bahçe ha olmuş ha olmamış

neye yarar

emeklilik maaşım bana yeter"


annenin bütün hayatı

cehennem korkusu eşiğine serili bir seccadedir

anne her şeyde günahın ayak izlerini arıyor

ve bahçeye de bir bitkinin

küfrünün bulaştığına inanıyor

anne bütün gün dua ediyor

anne doğuştan günahkâr

ve bütün çiçeklere okuyup üflüyor

ve bütün balıklara okuyup üflüyor

anne zuhuru bekliyor

ve gökten inecek lütfu


erkek kardeşim bahçeye kabristan diyor

erkek kardeşim otların karışıklığına gülüyor

ve suyun hastalıklı derisi altında

çürümüş parçacıklara dönüşen

balık ölülerini sayıyor

erkek kardeşim felsefeye bağımlı

bahçenin iyileşmesini,

yok edilmesinde görüyor

düşünüyor erkek kardeşim

sarhoş olup sonra

duvara yumruğunu geçiriyor

çok dertli, çok yorgun,

çok umutsuz olduğunu

anlatmaya çalışıyor

o umutsuzluğunu da

kimliği, takvimi, mendili, çakmağı,

tükenmez kalemi gibi

çarşı pazar dolaştırıyor

ve umutsuzluğu

o kadar küçük ki her gece

meyhanenin kalabalığında kayboluveriyor


çiçeklerin dostu olan ve

anne ona vurduğunda

yüreğinin yalın sözcüklerini

çiçeklerin şefkatli,

suskun kalabalığına götüren kız kardeşim

zaman zaman balık ailelerini

güneşe ve tatlıya davet ederdi

onun evi şehrin öteki ucunda

o naylon evinde

kırmızı naylon balıklarıyla

eşinin naylondan aşkının sığınağında

ve naylon elma ağaçlarının dalları altında

naylon şarkılar söylüyor

ve sahici çocuklar doğuruyor

bizi her ziyarete gelişinde

eteklerinin uçlarına

bahçenin fakirliği bulaştığında

kolonyayla yıkanıyor

bizi her ziyarete gelişinde

hamile


evimizin avlusu tenha

evimizin avlusu tenha

bütün gün kapının ardından

parçalanma sesleri geliyor

ve patlama sesleri

komşularımız bahçelerinin her köşesine

çiçek yerine

şarapnel ve makineli tüfek dikiyor

komşularımız fayans havuzlarının

üstünü kapatıyorlar

ve fayans havuzlar istemeye istemeye

gizli barut ambarına dönüşüyor

ve mahallemizin çocukları okul çantalarına

küçük bombalar dolduruyor

evimizin avlusu şaşkın

ben yüreğini yitirmiş bu zamandan korkuyorum

ben bunca elin boşunalığını düşünmekten

bunca yüzün yabancılaşmasından

korkuyorum

ben geometri dersini

delicesine seven bir öğrenci kadar

yalnızım

ve sanıyorum bahçe hastaneye kaldırılabilir


sanıyorum...

sanıyorum...

sanıyorum...

ve bahçenin kalbi

güneşin altında iltihaplanmakta

hafızası yeşil hatıralardan

usul usul boşalmakta.


Çeviri : Makbule Aras