Bir demir dağı delip boynuna almak gibidir
Her kişi âşık olurdu eğer âsân olsa
Taşlıcalı Yahyâ
Aşk insana verilen en güçlü duygulardandır. Belki yüzlerce tanımı olmasına rağmen herkes için farklı anlama gelir. Bu yüzden dünyanın her yerinde aşkın farklı şekillerde tezahür ettiğini görürüz. Doğu’da beşerî olana duyulan aşk, Allah’ın tecellisi olduğundan dolayıdır. Batı’da ise insan merkezdedir. Fakat bu iki zıt kutbu birleştiren ikisinin temelinde de insan olmasıdır. İnsanın heves ve istekleri, kini, sevinci topluma ve edebiyata hâkimdir. Edebiyat millî olduğu ölçüde evrenseldir. Yani millî ve evrensel olma özelliğini bir arada bulundurur.
Yazımızda karşılaştıracağımız Leyla ve Mecnun ile Romeo ve Juliet eserleri aşkın Doğu’da ve Batı’da yansıması gibidir. Bu iki farklı coğrafyalarda doğan aşk hikâyesinin bazı noktalarda birleşseler de bazı noktalar da ayrılırlar. Bu ayrışmalar kültür ve coğrafya sebebiyle doğaldır.
Bu iki hikâye içerik açısından birbirine benzer. İki hikâyenin de kahramanları sıradan insanlar olmamaları, âşıkların çektikleri sıkıntılar, ailenin ve toplumun âşıklara bakışı, hikâyelerin sonu gibi pek çok benzerlik vardır. Aynı yüzyılda yaşamış olan iki sanatçının eserleri arasındaki benzerlik birbirlerinden etkilenip etkilenmedikleri sorusunu akla getirir. Yaşadıkları zaman yakın olsa da bulundukları coğrafya uzaktır. Bunun yanı sıra eserlerde işlenen konular sanatçılara ait değildir. Konusu daha önceki zamanlara ait olan hikâyeleri yeniden işlemişlerdir. Bu sebeplerden ötürü birbirlerinden etkilemiş olma ihtimalleri yoktur.
Leyla ve Mecnun hikâyesi ilk olarak Arap edebiyatında karşımıza çıkar. Fars edebiyatında Nizâmî ile birlikte mükemmel hale gelir. Türk edebiyatında en başarılı Leyla ve Mecnun ise Fuzûlî’nindir. Leyla ve Mecnun hikâyesi hakkında birçok rivayet vardır. “Hikâye, Hicrî I. yy.’ (M. VI. yy.)’da Beni Amir kabilesinden Kays adlı bir gencin amcasının kızına âşık olup onun için yazdığı şiirlerle başlar. Daha sonra bu şiirler kulaktan kulağa aktarılarak ve değişiklik yapılıp genişletilerek bir hikâye şeklini alır.” (Ulu, 2014: 129).
Shaekspeare oyununun konusunu Arthur Brooke’un 1562’de yayımladığı Romeus ile Juliet’in Trajik Hikâyesi adlı şiirinden alır. Soylu ailelere mensup genç âşıkların trajedisi İtalyan Rönesansı döneminde sevilen bir konudur.
Eserler hakkında bilgi verdikten sonra eserlerin karşılaştırılmasına başlayabiliriz. Bu iki eserin yazılış amacı ve edebî türü farklıdır. Ortak temaları aşktır. Leyla ve Mecnun mensur bir önsözle başlar. Önsözün ardından mesnevi geleneğine uygun olarak tevhid, naat, sakiname ve methiye bölümleri gelir.
Romeo ve Juliet, bir tiyatro eseridir. Eser, koro tarafından söylenilen sone tarzında yazılmış bir giriş bölümüyle başlar. Bu bölüm, esere konu olan aşk hikâyesinin özeti niteliğindedir (Ulu, 2014: 131).
Leyla ve Mecnun hikâyesinin giriş bölümünde Kays’ın babası iç ve dış zenginliği dile getirilerek anlatılır. Sahip olduğu varlık içerisinde sadece bir erkek evlat elde edemediği belirtilir. Allah’a erkek evlat için dua eder ve adakta bulunur. Duaları kabul edilir ve Kays dünyaya gelir.
Romeo ve Juliet, iki düşman aile içerisinde ortaya çıkan bir aşkın hikâyesi olduğundan dolayı oyun düşmanlığı gösteren bir sahne ile başlar. Her iki aileye mensup kişiler karşı karşıya gelip birbirlerine kılıç çekerler. Prensin araya girmesiyle kavga sona erer. Olay sonrasında herkes dağılır ve Romeo hakkında konuşurlar.
Her iki hikâye de erkek karakterlerin hayatıyla başlar. Mecnun’un hayatı doğumundan itibaren anlatılırken Romeo hikâyenin başında aşk acısı çeken bir genç âşık olarak izleyicinin karşısına çıkar. Romeo, hikâyenin başında Rosalina adında bir güzele âşıktır ve ondan ayrıldığı için acı çekmektedir.
Bir aşk hikâyesinde dönüm noktası âşıkların ilk karşılaşma anıdır. Leyla ve Mecnun mesnevisinde Leyla ve Kays ilk olarak okulda karşılaşırlar. Fuzûlî karşılaşma anını anlatmadan önce âşıkların iç ve dış güzelliklerini olağanüstü bir şekilde resmeder. Leyla’yı şu şekilde anlatır:
528. Bir yeni yetişme put ki tam akıllı birisi onu görünce aklı gider. 529. Örülmüş ve kıvrımlı iki zülfü, cân boynuna bir belâlı zincir gibidir. 530. Kaşlarının eğrisi âşıkların belâsı; güzellik içinde hem çift hem de kemer gibi!
Leyla ve Mecnun ilk karşılaşmalarında birbirlerinden etkilenirler ve âşık olurlar. Her ikisi de kendi benliklerinden geçip iki iken bir olurlar. Fuzûlî bunu etkileyici bir şekilde anlatır:
558. O iki yasemin göğüslü ve fidan boylu biri birine bağlandılar. 559. Bir bardaktan zevk şarabını içtiler, arzu şarabından harab olmuş bu iki kişi! 560. Belâ girdâbında boğuldular. Böylece aralarında bir fark kalmadı. 561. Ters durumlar, sanki iki tende bir cân varmış gibi, bir oldu. 562. Kays’a birisi bir sır sorsa, Leylâ’dan ona bir ses ulaşırdı. 563. Kim Leylâ’ya seslense, cevabını Kays’tan alırdı. 564. Vefâ (sözünde durma) yazısını meşk ederlerdi; aşkları günden güne artardı. 565. Leylâ’da okumak sıkıntısı olsa Kays’ın yanağı onun kitabı olurdu. 566. Kays meşk etmek için eline bir yazı alsa Leylâ’nın kaşı ona başlangıç olurdu (Ayan, 2005: 99).
Romeo ve Juliet ilk olarak Juliet adına verilen bir baloda karşılaşırlar. Romeo baloya arkadaşının ısrarıyla gider. Orada Juliet’e ilk görüşte âşık olur. Juliet de Romeo’ya ilk görüşte âşık olur. Daha hikâyenin başında aşkının samimiyeti ve sadakatini gösteren şu cümleleri kurar: “Dadı, git ismini sor… Evliyse eğer yazık, / Bana mezar olacak gelin döşeğim artık” (Shaekspeare, 2001: 47).
İki eseri kıyaslayabileceğimiz bir diğer nokta ise toplumun aşka bakışı ve dedikodulardır. Leyla ve Mecnun mesnevisinde Leyla ve Kays’ın aşkını herkes konuştuğu için dile düşerler. Bunun üzerine Leyla okuldan ayrılır. Aşkı yüzünden mağdur olan ilk kişi Leyla olur. Okulu bırakmakla ailesinin ve toplumun isteklerine boyun eğmiş olur. Toplumun aşk karşısındaki tutumu erkek ve kız karakterler arasında farklıdır. Fuzûlî de bu ayrıma Leyla ve annesinin konuşmalarında dikkat çeker.
Romeo ve Juliet hikâyesinde, iki âşığın aşkı toplum tarafından desteklenmediğinden dolayı gizlice görüşürler. Aşkları uğruna kendi kimliklerinden bile vazgeçmeye hazırdırlar. Hikâyede şu şekilde anlatılır:
Juliet: Ah! Romeo! Romeo! Neden Romeo’sun sen? / Babanı inkâr eyle, kendi ismini reddet! Yapamazsan yemin et Juliet’i sevdiğine, / O zaman vazgeçerim ben olmaktan Capulet. Romeo: Sen yeniden vaftiz et beni, bana ‘Aşkım’ de, / Bundan böyle Romeo adı taşımam ben de. Juliet: Hem buraya sen nasıl geldin, elâlem ne der? / Bahçenin duvarları yüksek, aşılması zor / Hem sonra sen bir kere kim olduğunu düşün, / Görülecek olursan muhakkaktır ölümün!” (Shakespeare, 2001: 52, 53, 54).
Evlilik teklifine Leyla ve Mecnun hikâyesinde yer verilmez. Mesnevinin yazıldığı dönem şartları göz önünde bulundurulduğunda bu durum doğaldır. Hikâyede Mecnun, Leyla’ya evlilik teklifi etmez. Ama Mecnun’un babası Leyla’yı ailesinden ister. Leyla’nın babası, Mecnun’un aklı başına geldiğinde kızını vereceğini söyler. Lakin Mecnun içinde bulunduğu halden kurtulamaz ve Leyla ile evlenemez.
Romeo ve Juliet’te ise evlilik teklifi eden taraf Juliet olur. Hikâyenin genelinde Juliet’in sergilediği duruşun bir erkek karakterden beklenebilecek nitelikte olduğu görülür. İki âşık gizlice kilisede evlenirler. Yalnızca bir gece birlikte kalabilirler. Âşıkların evlenip kısa bir süreliğine de olsa birbirlerine kavuşmaları efsane aşk hikâyeleri için nadir bir durumdur.
Her klasikleşmiş aşk hikâyesinde ayrılık ve sürgün vardır. Ayrılık farklı şekillerde olsa da karşılaştırdığımız iki hikâyede de karşımıza çıkar. Leyla ve Mecnun toplumda çıkan dedikodular sonucu ayrılırlar. Mecnun kendisini toplumdan soyutlar ve çöle düşer. Çölde hayvanlarla konuşur; dağ, taş onun aşkının şahidi olur. Leyla ise okuldan ayrılmak zorunda bırakılmıştır. Evinde Mecnun’a duyduğu aşktan dolayı sararıp solar. O da Mecnun gibi aşkını yıldızlarla ve ayla paylaşır. İki âşık da derdini tabiatla paylaşır.
Romeo ve Juliet’te ise iki âşığın ailesi arasındaki düşmanlık yapılan bir düello sonucu kan dökülmesinin üzerine yeniden alevlenir. Juliet’in akrabası olan Tybalt, Romeo’nun arkadaşını öldürür. Bunun üzerine Romeo, Tybalt’ı öldürür. Romeo adam öldürerek suçlu durumuna düşer ve cezasını çekmek üzere sürgüne gönderilir. Böylece iki âşık ayrılmış olur.
Her iki hikâyede de âşıklar sürgün hayatı yaşar. Bu aşkları karşısında karşılarına çıkan engellerden biridir. Romeo’nun nasıl sürgün edildiğini anlattık. Peki Mecnun? Leyla ve Mecnun mesnevisinde Kays, mecnun olarak bir diğer deyişle aklını kaybederek çöle kendini sürgün eder. Aşk çilesini insanlardan uzak yaşar. Ancak Leyla kendisini eve kapatarak sürgün hayatı yaşar. Mecnun kendisini çöle sürgün ederek aşkını herkese duyururken Leyla aşkının gizliliğini korur.
İki hikâyenin ayrıldığı noktalardan biri beşerî ve ilahi aşktır. Romeo ve Juliet hikâyesi tamamen bir beşerî aşkı anlatır. Lakin Leyla ve Mecnun mesnevisinde Kays’ın Leyla’dan Mevla’ya ulaşması yani beşerî aşkın ilahi aşka dönüşmesi anlatılır. Başka bir şekilde söylersek Mecnun fenafi’l-Leyla’dan fenafi’l-Allah’a ulaşır.
Bu iki hikâyeyi kıyaslayabileceğimiz başka unsurlar mevcut. Ancak yazımızda değindiklerimizin yeterli olduğu kanısındayız. Yakın tarihlerde, farklı coğrafyalarda kaleme alınan bu iki klasikleşmiş aşk hikâyesinin benzerliği bizlere aşkın evrensel bir duygu olduğunu hatırlatıyor. Hatırlattığı başka bir unsur ise aşkın kolay olmadığı. Taşlıcalı Yahya’nın dediği gibi kolay olsaydı herkes âşık olurdu diyerek yazımızı sonlandırıyoruz.
Kaynakça
Ulu, Ayşe, AŞKIN DOĞU VE BATI YANSIMALARI OLARAK FUZÛLÎ’NİN LEYLA VE MECNUN VE SHAKESPEARE’İN ROMEO VE JULIET ADLI ESERLERİNİN MUKAYESESİ, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi Sayı: 3/3 2014 s. 127-145.
Rümeysa Keleş
2024-06-24T23:34:34+03:00Teşekkür ederim :)
Bahar Türkoğlu
2024-06-24T23:33:27+03:00Malumat akan bir yazı olmuş, kaleminize sağlık ✨️🙏🏼