Mum eriyor Poyraz ait olmadığı bir dünyanın kapılarını aralıyor, istemeden de olsa, ömürlere, zamanı aşarak şahit
oluyordu. Kaçıncısının gerçekleştiğini bilemediği ve nasıl olduğunu çözemediği o anlardan biri daha yaşanıyordu. Bir an, sadece bir an mumun asil yangını ardından karanlık.
Dondurucu bir soğuk hissetti önce, sonra buz tutmuş toprağın sertliğiyle kendine geldi. Karşısında bir ev bacasında kara dumanlar. Titreyen bacaklarının üzerinde zorlukla durdu yavaş yavaş ilerledi eve doğru. Kapıyı üç kez çaldı. Dinledi ses yoktu. Yavaşça kapıyı araladı ve gözleri karanlığa alışıncaya kadar hiç kıpırdamadı. Şimdi karşısında bir divan, divanın üzerinde uyuyan bir bebek ve bebeğin yanında ağlayan bir kadın. Kadın güzel yaratılıp zor yaşayanlardan. Narin yaratılan elleri çatlamış nasır tutmuş ve güzel gözlerinin çevresinde ıstırap yankıları. Sebepler dâhilinde gerçekleşirken ziyaretleri, bu kadın kimdi ve bu ziyaret nedendi. Poyraz arayan gözlerle etrafı süzdü. Görmesi gerekeni görememenin ve aslında bildiğini bulamamanın huzursuzluğu içinde beklemeye başladı. Beklerken gözleri kadına takıldı. Parmağında üst üste takılmış iki alyans vardı. Ve kadın belirsiz zamana ve mekâna rağmen ne uzun ağlamıştı. Kapı açıldı. Ev ahalisinden olduğu aşikâr olan bir genç adam girdi içeriye gözleri yerde. Hala ağlayan kadının acısını artırmaktan korkarak yenge dedi usulca. Yenge yapma! Yeter artık izin ver gömelim Ali’yi. İmam efendi gömmezsek mevtanın rahat edemeyeceğini söyledi. Mevta mı? Kim ölmüştü. Bu kadın kimin ardından ağlıyor diye düşünürken fark ettim aslında uyuyor zannettiğim bebek yaşamıyordu.
Hâlâ sessizce ağlayan kadının gözlerinden yaş değil analık akıyordu sanki. Sanki, zavallı kadın içindeki tüm analığı dökemeden yavrusunu gömerse bu acıya dayanamayacağını biliyordu. Yalvaran gözlerle kendisine bakan kaynına biraz daha dedi. Biraz daha yanımda kalsın kuzum. Önce babası, sonra O. Sen söyle Ahmet’im sen söyle nasıl dayansın Fatma’nın yüreği bu kadar acıya. Ahmet abisinin emaneti yengesine sarıldı yapma yengem yapma bırak ki kuzun rahat etsin. Fatma, içi almasa da kabul etti kuzum dedi soğuk bedeni öptü, kokladı ve Ahmet’in kollarına bıraktı. Sonra bir ağıt küçük mezar taşına. Bir ömür başında ve sonunda. Fatma biraz dalgın, biraz garip, biraz mahzun. Fatma mutsuz, Fatma suskun.
Fatma gözlerimin önündeyken henüz, bir başka görme hali gözlerimde. Gözlerim dünyaya kapalı ve ruhum başka alemlerde. Fatma aynı Fatma da zaman şimdiki zaman değil. Yaşanmamışlık kokuyor her anda. Zaman; gelecek, ölüm olmasaydı yaşanacak olan gelecek ve aslında hiç gelmeyecek olan gelecek. Güzel yüzünde hafif bir tebessüm, yanında bir yiğit adam ve kollarında az önce yası tutulan kuzu… Fatma yolda. Bir otobüs yol şehirlerin sultanı İstanbul’a. Sonra başka bir an, yine Fatma yiğit kocasının yanında bir ilkokul önü, yası tutulan bu defa da okulda. Fatma yanında kocası bir oyun parkında; oğlu büyümüş, ilk karnesini getirmiş, karnesi de güzelmiş. Fatma mutlu yanında yiğidi kucağında çocuğu….
Gözlerim olmamıştan, olmuşa oradan da geçmişe dönüyor. Zaman, geçmişinde geçmişi kişi Fatma, Fatmaların ilki, adın da günahın da soyun da sahibi…
Fatma küçükçe bir kız, dokuz on yaşında. Fatma bir yasak meyve… Varlığının başlangıcı bir anlık heves ve bir ömürlük pişmanlık. Anne yoğun; tarla, hayvanlar kayınvalide, bekâr kayınlar kalırsa zaman koca, çocuklar ve en son pişmanlığın vücut bulmuş hali istenilmeyen Fatma. Baba yorgun, namuslu insanların yaşamak için çektiği tüm yük omuzlarında; traktörün borcu, anasının hastalığı, okuyan kardeşin harçlığı, evlenecek bacının çeyizi, kendi halinde büyüyen evlatlar.
Fatmaların ilki bu ailede son çocuk. Hasta Fatma, bronşit belki ,belki de daha fena. Gören yok öksürmekten kesilen nefesini ve yavaş yavaş eriyen bedenini. Önce hasta Fatma sonra ölü . Anne yoğun, baba yorgun ve Fatma ufak bir sızı yüreklerde ama ağlayıp yas tutacak vakit yok. Fatma’nın adı , kanı, yeğeniyle yaşayacak.
Fatmaların ikincisi. Adı hiç görmediği halasından kaderi ise daha da uzaktan. Fatma ilk çocuk. Anne babanın göz nuru . Dede yorgun ama mutlu, nine içinde binbir pişmanlıkla yine uzak Fatma’dan. Fatma narin, güzel, alımlı on beşinde. Okuldan geliyor saçları örgü. Yol kalabalık insanlar, çığlıklar, ağlamalar. Kaza olmuş, arabalar durmuş. Fatma ürkek bir tavşan yol kenarında. Acı bir fren. Kazayı fark etmeyen bir araba. Fatma yerde. Burnunda kan, yüzünde şaşkınlık ve dudaklarında bir ama…Ben daha büyüyecektim. Fatma’nın acısı bir ateş topu ve bir pişmanlık bir keşke bir eyvah daha ninede. Biliyor bütün olanlar günahının vebali. Sır olup sussa da derdi ölümler derdin meyvesinin adıyla hüküm sürüyor.
Fatmaların üçüncüsü kimin adını taşıdığını asla bileyecek bir küçük kız. Adı her anıldığında babasının içinde bir sızı; ilk aşkı, ilkokul arkadaşı, zamansız kaybettiği hiç unutamadığı Fatma’sı, adını kızına vererek onurlandırdığı gizli sevdası. Fatmaların üçüncüsü bir babanın bir tanesi. Ahu gözleriyle bir ceylan. Büyüyor Fatma yavaş yavaş ,nazlı nazlı büyüyor, aşık ve bir nazende gelin belinde kırmızı kuşağı, anne oluyor bir yiğit çocuk Ali doğuyor.
Fatmaların üçüncüsü, sonuncusu. Ahmet’in emanet yengesi. Ölmeyen, ölemeyen, ölümün her türlüsünü gören kaybeden kaybederken bir neslin vebalini yüklenip kazanan Fatma. Üç ömürlük acıyı tek ömre sığdıran Fatma. Bir yanlışın acısını bir ömür süren Fatma, soyunu bilmediği acılar yaşayan bir nazlı ah. Fatma bir ağıt, ölüm döşeğindeki ninenin bitmiş nefesinde.
Zaman normal seyrine dönerken her şeyi başlatan mumun önünde Poyraz ve zihninde bir Fatma hikayesi.
Bir uyanma hali; sebepler ardına gizlenen kader, aslında aşikâr olan sırların vesilesi.
Ölüm gelişiyle sebeplerin neticesi.