Aradan geçen zaman Poyraz ile Said arasında ikisinin de hissettiği bir bağ kurmuş, ders sonunda çayla başlayan sohbetler eve taşınmış ve birlikte sabahlanan günler sonunda Said Poyraz’a, Poyraz insanlara yaklaşmıştı. Bazı günler sohbetteki kişi sayısı artar, mekân değişir. Said’in meşhur Ömer Abisinin ve onun arkadaşlarının da katıldığı sohbetlerde, dünyanın ilk hallerinden başlayan muhabbetler fiziğe, felsefeye, tarihe uğrar, dünya ötesinin de ötesine geçer ve sonra bir acı kahve kokusuyla son bulurdu. Bazen bir İstanbul aşığı misafir olur sohbete divan edebiyatından seçmeler okuyup Nedim’i, Baki’yi hatırlatır. Bazen bir Yavuz hayranı tarihi en baştan şekillendirir Çöl yeniden aşılır Mısır tekrar fethedilirdi. Poyraz ilk önce temkinli de olsa şimdi hepsi akıl ehli bu insanları tanıdığı için memnundu. Dünya’nın görmediği ya da fark edemediği yönlerini keşfediyordu. Son olarak Abdülkerim Amca dedikleri; sahaflar çarşısının en yaşlısı, herkesin abisi, babası kimsenin kolay kolay hayır diyemeyeceği ak saçlı, ak sakallı tatlı bilgin onları torunun düğününe çağırmıştı. Aslen Edirneli olan aile Edirne’de tam bir Edirne düğünü yapmış düğün cuma öğle yemeği ile başlayıp Pazar Öğle yemeği ile son bulmuştu. Bu düğün Poyraz’ın daha önce katılmak zorunda kaldığı nikah törenlerinden çok farklıydı. Geniş köy meydanında yapılan düğünde farklı bir samimiyet, farklı bir muhabbet vardı. Herkes birbirini tanıyordu. Uzun zamandır görüşemeyen dostların buluşma yeri gibi düğün yerinde insanların yüzünde geniş bir tebessüm eski günleri yad ediliyor ya da gelecek günleri planlanıyor, hayat normal seyri içinde akarken sanki bu köyde bir müddet durup dinleniyor ve yavaşlıyordu. Poyraz ve Said’i Abdülkerim Amca’nın çocukluk arkadaşı, en yakın dostu Rıza Amca misafir etmişti. Rıza Amca eşi Mahpeyker Hanım ile birlikte onları ağırlamak için bolca zahmete girmişti. Pazartesi sabah Poyraz, Said uyanmadan uyanmış parmak uçlarına basarak kapıyı aralayıp çıkmıştı. İlerdeki odadan bir mırıltı duyunca tek uyananın kendisi olmadığını anladı. Kimseyi rahatsız etmek istemese de duyduğu konuşmaların Türkçe olmaması merakını daha da arttırmıştı. Kapı, önünden geçenin sesin tılsımına kapılacağını bilerek, pervane misali istemsizce yönleneceği yolda izin almaya gerek duymayacağı şekilde aralıktı. Gördüğü manzara içinde sahipsiz bir ürpertiye sebep oldu. Rıza Amca ve Mahperker Hanım önlerinde rahleler karşı karşıya oturmuş Kur’an Kerim okuyordu. Poyraz’ı gören Makbule Hanım gözleriyle içeri girmesini işaret etti. Şimdi Poyraz hiç bilmediği bir ülkenin bir o kadar yabancı ikliminde uçmaya çalışan minik serçe misali etrafını kalp çarpıntıları içinde izliyordu. Ev sahipleri okudukları Kur’anları üç kez öpüp başlarına koyduktan sonra misafirlerine günaydın diyen gözlerle baktılar. Kendileri için ritüel haline gelen sabah okumamalarından Poyraz’a bahsetmeleri gerektiğini o zaman fark ettiler. Rıza amca, oğul bundan yirmi sekiz yıl önce oğlumuzu kaybettik, askerde şehit oldu. O bizim tek varlığımızdı. Başka kimsemiz yoktu ama kader onu da alınca bizden, dayanmak çok zor geldi evlat acısına. Biz de Mahpeyker Hanımla bir ahbabımızdan kuran dersleri almaya başladık ve ikimizde hafız olduk. Her gün sabah namazından sonra burada onun odasında onun için dualar edip mübareği okuyoruz. Böylece oğlumuzdan hiç ayrılmamış gibi hep onu yanımızda sayıyor ve onun her haline derman olmaya çalışıyoruz. Duyduğu her söz zihninde yankılandı Poyraz’ın. Gözleri dolmuş, kısık bir sesle usulca nasıl yani demişti, tam da emin değildi demiş miydi acaba.

—Nasıl o sizden tek evladınızı aldı, sizi çaresiz bıraktı ve siz onun sebep olduğu bu acıdan kurtulmak için yine Onun kitabını öğrenip ona mı yöneldiniz?

Rıza Bey ve eşi birbirlerine baktılar. İkisinin de içindeki evlat yangını bir anlık durdu. Anne şefkatiyle konuşan Mahpeyker Hanım:

—Tabii ki de oğul, Ondan geldik, ona döneceğiz [1]. Bizim Allah’la pazarlık yapma şansımız yok. Kimin kimden önce öleceğine, kimin yaşayacağına ancak Allah karar verir. Bize düşen ondan gelene boyun eğmektir.

Bariz bir kızgınlık vardı Poyraz’ın yüzünde. Gözleri kalbe saplanan çelik hançerler misali değdiği yerde bir kırmızı iz bırakıyordu.

—Anlamıyorum, nasıl kabul edersiniz oğlunuzun ölümünü? Nasıl kader der, kabul edersiniz. Rıza amca usul bir nefes aldı. Kahverengi gözlerinde bir yangın cehennem çukurları gibi derin

—Oğul öğle söyleme.

Poyraz, içinde yılardır biriken isyanla:

—Neden en sevdiğimi, en çok ihtiyacım olduğu anda benden aldı. Hem de bana ne olacağını umursamadı bile. Gecelerce yalvardım aldığını versin diye duymadı. Korkuyorum dedim ne olur dedim hep dua ettim bin bir umutla uyudum. Uyandım, her sabah uyandığımda olduğu yerde olsun, mutfağın balkonunda sallanan sandalyesinde elinde bir fincan çay ve sehpada bir kitap, gülümseyen gözleriyle bana bakması umuduyla koştum baktım, yoktu. Yıllarca sürdü bu. Büyüdüm, yataktan çıktığımda artık koşmuyordum belki ama her gün yitirilmiş bir umut parçası tutuyordu ellerimden ve kendimi mutfakta buluyordum. Benim annem bir kere ölmedi. Ona ve sesimi duyacağına inandığım her gün yeniden, yeniden öldü. Ben de Onun olmadığına karar verdim. Olsa muhakkak bir kere umursardı beni. Bir kere dinlerdi ve bir kere sadece bir kere silerdi kederimi.

Poyraz nasıl olduğunu bilmeden yıllardır içinde tuttuğu derin yarasının üzerindeki kabuğu kaldırmış ve kederini kabullenmiştin bu çiftin acılarını görmesine izin vermişti. Mahpeyker Hanım tutamadığı gözyaşlarını eliyle silerken cebinden çıkardığı ipek işlemeli mendili Poyraz’a uzattı.

Poyraz o anda fark etti gözlerinden ılık ılık yaşlar aktığını. Mendili alırken yıllardır hissetmediği bir şey hissetti anne şefkati. Mahpeyker Hanım annesi gibi sıcacık gözlerle bakmıştı kendine.

Poyraz kendini tutamadı ve sıkıca sarıldı o sıcak bakışların sahibine. Gözlerini kapattı madde silindi önünden sarıldığı annesiydi. Burnunda mis gibi lavanta kokusu. Annesi hep lavanta kokardı.

Ne kadar sarıldı Mahpeyker Hanıma ne kadar ağladı bilmiyordu. Kendine geldiğinde bir yanında Said, baş ucunda şefkat dolu ev sahipleri vardı. Alnında bir soğukluk hissetti eli otomatik olarak alnına giderken Mahpeyker Hanım söze girdi:

—Oğlum, ateşin yükseldi de sirkeli bez koydum alnına.

Poyraz gözleriyle teşekkür etti. Ağzını açmak istemiyordu sanki ağzından çıkacak ilk söz zorla tuttuğu gözyaşlarının önündeki seti yıkacak ve sel olan gözyaşları mecburiyetten kurduğu hayatı önüne katıp yok edecekti.

Mahpeyker Hanım annelere özgü bir önsezi ile durumu fark etmiş ve:

—Hadi biz çıkalım da çocuk biraz dinlensin.

Şimdi en sevmediği haldeydi Poyraz. Yalnızdı. Canı yanıyordu ve insanlardan sakladığı gözyaşlarını artık tutamıyordu. Küçüldü, küçüldü nokta kadar kaldı kâinatta. Zihninden her şey silindi. Varlık ve yokluk arasında bir nokta oldu. Seçim ilk defa kendisinindi sanki. Varlığı seçerse gözlerini açacak yokluğu seçerse sonsuza kadar orda kalacaktı. Açmadı gözlerini. İçinden belki ölürüm dedi. Belki ölürüm herkes benden kurtulur, ben de kendimden.



[1] Bakara Suresi 156 Ayet