Vakit gece olmuş, ortalığı bir zifiri karanlık kaplamış. Her yer sessiz, insanlar uderin uykularda. Uyuyan ışığını kapatmış, kapatan evinin önündeki lambayı bir başına bırakmış. Gören der ki bu ölü sokak sabaha dek ölü kalacak, bu köşesindeki iki katlı ev de buna dahil olacak derken, nerden geldiği belirsiz bir siyah araba bütün planları bozar.


Sokağın dingin havasını mahveden bu siyah araba, sanki bundan utanırmışcasına ufak ufak yavaşlar, ardından iki katlı evin önünde durur. Yan koltuktan bir adam iner, indiği kapıyı kapatır, ve araba kaldığı yerden yoluna devam eder. Adam önce iki katlı evi inceler. Duvarlarına, pencerelerine, kapılarına iyi bir göz gezdirir. Ve sabah evi sabah bıraktığı gibi bulduğuna emin olana denk gözleri adam hareket etmeden durur evinin eteklerinin dibinde. Eh, insan sabrı ya bu dostlar, bilirsiniz, uykunun tatlı sesine mümkün değil karşı koyamaz, ve eninde sonunda adama içeri girmesi için mecbur müsaade etmek zorunda kalır.


Sokağın lambası da epey bir cimri olacak ki dostlar, üstüne düşenden fazlasını yapmaz da evin içini bir derin karanlıkta bırakır. Adamcağız da arasın dursun düğmenin yerini artık, kim bilir elleri kolları nerelere çarpa çarpa, bir de kızıp lanetler savurarak. Tabii öfkedir bu dostlar, hele lamba bir kere yana dursun rüzgarla dağılan bir duman bulutu gibi dağılıverir. Yeniden rehavete kavuşuruz.


Rehavette sıcağın da epey bir etkisi olacak ki, adam diz boyu paltosunu çıkarıp koluna asar, merdivenlerden yukarı çıkarken de o kolu havaya kaldırır ki paltosu yerlerde ziyan perişan olmasın diye. Merdivenlerin sonu üç kapılı bir merdivene çıkar, adam diğer iki kapıya gözünün ucuyla dahi bakmadan sağdakine girer. Kim bilir, belki en başından beri gireceği yer orasıydı, veya kim bilir, belki de koridorun solundaki kapıyı açamayacağından, sonundaki kapının zifiri karanlığından çekindi. Öyle ya da böyle dostlar, yine bir zifiri karanlıktır girdiği, bir de yine o boşluğu yoklama telaşesi...


Kolunu öne uzatıp tıpkı bir kör değneği gibi, adam usulca odanın ortasına doğru gelir. Birkaç adımın ardından ne idüğü belirsiz bir şekil, birkaç adım atınca bir büyük bir yatak olarak belirir. Ve açıkça görünüyor ki yatak boş değil, yine de en başına ilerleyecek adam sırf emin olmak için, ve görecek biricik eşinin masum, bihaber yatışını derin bir 'oh' çekip.


Gerisi basittir dostlar, günün adama sıkacak son bir kurşunu kalmıştır sonuçta, o kurşun da delici değildir. Birkaç parça kıyafetini alel acele alıp yandaki banyoya geçer, ve o son kurşunu da yer üstünü değiştirip. Gözünde tekrar beliren o eşinin halidir tek görebildiği, fakat ne hikmetse odaya döndüğünde bütün odayı görür bu adam, bir tek eşi hariç.


Bir anlığına panik edecek gibi olsa da adam hemen toparlar kendini, merdivene doğru yönelir 'belki de aşağıya inmiştir' benzeri telkin edici düşünceler ile. Attığı her adımda yükselen sesler de destekler bu tezini ve yeniden rahatlık üfler içine. Hızlıca adımlar, sesler mutfaktan gelir, adam da oraya girer. Fakat onu karşılayan bir garip rüzgardır arka duvarın açık penceresinden giren, bir de her esmesine sallanarak şangırdayan bulaşık yığını. Adam şaşırmaya niyetlenir, niyetlenir niyetlenmesine ama pis niyetli bir kapı çalması onu engeller.


Biraz sonra bir ses eşinin adını seslenir dışarıdan, adeta onunla oyun oynarmışcasına. Adam da çaresiz, bir hışımla varır kapının arkasına, ve yine aynı hışımla açar o kapıyı. Yine rüzgar, dostlar, yine boş rüzgar yelleri, ordan oraya savrulan yapraklı rüzgar yelleri... Onunla alay eden rüzgar yelleri... Uzun bir adımla kapının eşiğini aşar adam, kapıyı kimin çaldığını bulmak için etrafa bakacaktır, bir yandan da bu alaycı rüzgarı yok saymak için.


Fakat dışarı varır varmaz unutur o kapıyı, çalanı, ve hatta etrafındaki tüm dünyayı. Zira bakışları yolun ortasında duran o siyah arabaya çakılmıştır artık.


Birkaç saniyelik bir kal hali, ardından adam çekingen adımlarla arabaya doğru yaklaşmaya başlar...