Geçmiş veya gelecek bir başlangıç ya da son değildir. Sadece şimdi vardır, sana etki eden ve senin etki edebildiğin. Geçmişi de geleceği de şimdi yaratır.


Tempolu ritimle salınırken Eren’le kadehlerimizi tokuşturduk. Mekânın loş ışıkları altında alkol her şeye mutlu bir sis katıyordu. Solist şarkıya girdiği an gözlerim kehribar rengi sıvıdan zihnime düşen şimşek gibi bir hızla ayrıldı ve loş ışığın gölgelediği sahneye saplandı. Yanılıyor olabilir miydim?


Yeşil gözleri yüzüme sabitliydi, dudaklarını kapatan mikrofonu iki eliyle kavramış dans ediyordu. Eskiden dalgalı olan siyah saçları artık kısaydı ve gür sakalları yüzünü gizlemişti. Yanılmak istiyordum ama bakışlarının ağırlığı altında ezilmekten başka hiçbir şey yapamıyordum. Şarkıyı orijinalinden daha coşkuyla söylüyor ve bacaklarıyla ritim hareketi yapıyordu. Şarkıyı bana bakarak söylüyor ve bir başka söylediğini de hissettiriyordu. Kaan, diye geçirdim içimden ismini kederle ve bakışlarımı tam karşımda oturan eşime çevirdim, hiç değişmemişsin.


O an aklıma ilk olarak Kaan’ın olmayan güzelin adının olmadığını sürekli tekrarlaması geldi. Dudaklarım istemsizce alayla kıvrıldı. Sahneye bakmak istiyordum fakat Kaan’ın da bana baktığından adım gibi emindim. Eren yerinde dans ederken kahverengi gözlerindeki pırıltı çakır keyif olduğunu ispatlıyordu. Tebessüm ettim. Eren’in güzel yüzünü incelemeye koyuldum. Açık tenine çok yakışan kumral saçları arkaya yatırılmıştı sonra kavisli kaşlarının altında güzel gözleri kalemle çizilmiş gibiydi, gözleri hep hareketliydi, dolgun dudaklarını çevrelen kirli sakalı yanaklarını avuçlarımın arasına almak isteğimi doğuruyordu. Ne kadar şanslıyım diye düşündüm, hayatımın şimdisi tam karşımdaydı ve geçmişim de bakmadığım sahnenin tam ortasında oynuyordu.


Kıskanç bakışların ağırlığı gizli bir zevkin yılan gibi kalbime sokulmasına neden oldu, ister istemez arada bir sahneye gözüm kayıyordu. Bana sahip olamamanın bütün acısını Kaan çekerken ben de bana sahip olamamasının sefasını sürüyordum. Şarkı bitmişti, mekân kapanmak üzereydi, müzik grubu aletlerini toparlarken Kaan ona söylenenleri kavramakta güçlük çekiyor ve kaşları çatılmış sessizce onaylıyordu. Adımları istemsizce olduğumuz masaya yelteniyor ama sonra vaziyeti idrak edip müzisyenlerin yanına dönüyordu.


“Eren, hadi gidelim,” dedim.


Gözlerini bir kez sımsıkı kırparak elindeki kadehi başına dikti Eren ve masanın üzerinden cüzdanını, arabanın anahtarını ve telefonunu alarak ayağa kalktı, elimi tuttuğunda bilhassa gülümseyerek yüzüne baktım. Kaan ise bizi seyrederken olduğu yerde bomboş kala kalmıştı, hiç yokmuş gibi yanından geçip gitmiştik. Eren, Kaan’ı tanımıyordu fakat Kaan, Eren’i besbelli tanımıştı. Araba hareketlenince mekâna şöyle bir göz attım ve kalbimi yokladım, kalbim hissizdi çünkü Kaan’a karşı hislerim gömülü cesetlerdi.


Otoban sakindi, gece yarısıydı ve loş sokak lambaları sıra sıra başımın üstünden saçlarımı okşayarak geçiyordu. Nedensizce geçmiş dillenmeye başladı. Basit bir telefon konuşmasıyla benden ayrılırken Kaan’ın sunduğu boş sebepler sesindeki yalanda saklıydı. Aynı gün onu başka bir kadınla kol kola gören gözlerim olmasa inanmayabilirdim. Sanki hiç yaşamamışım sanki beni hiç tanımamış gibi yanımdan geçerken yeşil gözleri bana da sahip olmak arzusuyla tenimde dolaşmıştı. Sorunu da buydu, Kaan güzel ve gizemli bütün kızları kendi hareminde toplamak istiyordu. Fakat zaman acımasızlığın tanrısıydı.


Doğrusu önce kendimi kaybetmiştim ama belli etmemiştim, popüler olmanın avantajlarından biri de bu olsa gerekti, dinamik olunduğu için kimse durup diğerinin acısını fark etmiyordu. Kalabalıkların sahteliğiyle zehirlenirken ruhum yalnızlıkla boşalıyordu ve buna engel olunamıyordu. Sanki insan dolu bir sokakta acıyla çığlık atıyordum fakat kimse beni duymadan yoluna devam ediyordu. Apansız kayboluş sürecimde kendi karanlığıma sürüklenirken etrafımdaki sahte kalabalığın ruhuma değmediğini anlamıştım çünkü varlıkları da yoklukları da birdi. Kalabalık çevremdeyken ben o anda kalamıyordum, ben kalabalığın çevresindeyken de kalabalık bana nüfuz edemiyordu.


İlk olarak sahtekâr kalabalıktan sıyrıldım, yalnız başına acıların sesini dinlerken bile daha huzurluydum. Sanki bütün iyi ihtimaller ve yaşayacağım güzellikler Kaan’la birlikte gitmişti. Mutluluk Kaan’la birlikte var olup Kaan’la birlikte yok olmuştu. En acısı da şimdi başka bir kadınla olduğunu bilmek, başkasını sevme ihtimalini görmekti. Acıya bir de kör bir kıskançlık katık olmuştu. Sonra kendi içime gömüldüğümü kimse bilmedi, kabuğum sertleşti ve dikenlerim çoğaldı. İnsanlar için eskisi kadar cazip değildim oysa bu sahtekâr popüler dünyayı terk etmeyi ben seçmiştim. Artık insanlar için yalnız, gizemli, sert kız olarak kalacaktım.


Fakat insanlar peşimi bırakmıyorlardı çünkü güzellikle lanetlenmiştim. Kaan’ın yakın arkadaşı iletişime geçtiğinde dostça bir merak sanmıştım oysa onun amacının farklı olduğunu anlamam için samimiyetime güvenerek Kaan’ın hakkımda yaydığı ahlaksız yalanları anlatması yetmişti. Fakat beni tanıyınca Kaan’ın söylemlerinin yalan olduğunu anlamış ve benden çok hoşlanmıştı. Acı acıyı peydahlardı. Onurlu olmak için insanların neler seçtiğine değil neler seçmediğine bakmak gerekiyordu. Ben Kaan’ın en yakın arkadaşını seçmemiştim. Bu yenilgiyle kimse bilmeden hiç yaşanmamış gibi kapanan bu dava dosyası da rafa kalkmıştı. Kaan ve çevresi sıkıldıkça yeni bir heyecanın yeni bir iddianın peşine düşüyorlardı. Şimdi benimle şansını deneme sırası diğer yakın arkadaşa gelmişti. Ama artık daha tecrübeliydim, iddianın da aptallığın da ayırımındaydım. Hiçbir ısrar beni bu çevreye temas ettiremezdi. Ben reddettikçe Kaan ve çevresi meraklanıyordu, nasıl oluyordu da bu yakışıklı, popüler erkekleri reddedebiliyordum, diğer kızlar gibi normal davranmıyordum. Seneler geçiyordu. Kaan da meraklanıyordu. Her sene biriyle bana haber yolluyordu, tekrar ona bir şans vermemi istiyordu. İnsan insana bir kere şans verirdi, değerli olan o tek şansı iyi kullanabilmekti. Kaan’ın bilmediği şey ise beni hangi erkekle tanıştırdıysa nasılsa Kaan aradan çekildi diyerek bana ilgi göstermeleriydi.


Hiçbiri umurumda değildi. Kaan’ı da umursamıyordum. Ona olan hislerim onsuz da var olduğundan beri acılarım olgunlaşmıştı. Artık eskisi gibi olmadığımın farkındaydım, insanlar da bunun farkındaydı. Ruhumda meydana gelen değişim benliğimi topyekûn etkilemişti. Bir acıya gerçekten vakıf olan kalbim bazı çemberlerden geçmişti bu yüzden farklı manevi arayışlara yöneliyordu. İnsana bakışım komple değişmişti artık değerli insanlara önem veriyor ve sadece onlarla arkadaşlık kurmak istiyordum. Erkeklerle olan defteri ise çoktan dürmüştüm.


Erkekleri reddetmek için bir sürü sebeplerim vardı ve Eren sebeplerimi aşan tek insandı. Beni yeniden insanlara inandırması benim için yeterliydi. Kaan’ın gelgitleri arasında geçen ömrümde Eren soluklandığım bir menzildi. O başka kimseye benzemeyen nadir, şahsına münhasır biriydi. Eren’leyken Eren’in dünyasına adım atıyordunuz ve ekseni etrafında dönmeye başlıyordunuz. Eren evlilik teklif ettiğinde adını koyamadığım bir hırsla kabul etmiştim. Kaan’ın bana asla sahip olamayacağı düşüncesiyle içim soğuyordu, her gece başka bir erkeğin koynunda yatacaktım, başka bir erkeğin parmakları tenime dokunacaktı ve Kaan bunu bilecekti. Kaan’ı unutmak en büyük intikamımdı.


Bilinmeyen bir mutluluk kalbimden taşıyordu. Eve vardığımızda bakıcı gitmek için hazırlandı. Derin’in yatağının köşesine oturdum ve kızımın babasına benzeyen güzel yüzünü okşadım, alnına şefkatli öpücüğümü bıraktım.

Hayattaki her şey değişmeye mahkumdu, en başta da sevgiler…