Günlerden bir gün, sıradan bir günün olmadığı bir gün. Bugün, öleceğim. Güneş doğmadan uyandım, kahveyi hazırladım. Sonrasında enerjimi depoladım, günlük hafif egzersizler yaptım. Ağır girmek için bir motivasyonum yok. Yaşlandığımda rahatça yürüyebilmek istiyorum sadece. Soğuk bir duş ile kendime geldim ve dışarıya çıktım. Yüzüme gerekli bakımı yaptım ve tamamen temizlendim. Cildimdeki pürüzleri yok ettim, narin bir cilde dönüştürdüm. Bu kadar şey yapmanın anlamı ne mi? Hiçbir anlamı yoktu. Kendimi tatmin ettim. Üstümü giyindim, televizyondan meteorolojiyi dinledim ve ona göre de bir ceket aldım. Dedikleri doğruydu, hava rüzgarlıydı. İçimi ısıtan rüzgardan. Çevrede kimse yok çünkü insanlar bu havalardan korkarlar, bu havalar "kapalı" havalardır. Aksine ben bu havaları severim, hep bu havalar beni hayata döndürür. Ah ne olacak bu şehrin yalnızlığı, tıpkı benim gibi! Kimse kötü anlarımda yardımcı olmadığı gibi, karanlık havalarda da şehir doldurulmuyor. Şehrin tek adamı, yalnız adamı benim. Bugün benim ölüm günüm. Akşama kadar oradan oraya yürüyüp durdum ve dalgalı, masmavi denizin önünde tek başına yanıp sönen bir ışık lambasının altında uyukladım. Kendime geldiğimde bir kedi yanıma oturmuş, pürdikkat beni izliyordu. Kediye kucağıma çıkması için seslendim fakat tek duyduğum "mrrr!" sesi oldu. Ne diyebilirim ki? Sen kedisin, suç bende! En azından yaşamak için bir düşünme gücüne ihtiyacın yok kedi. Tek ihtiyacın biraz ilgi, yemek. Kendi kendime konuşurken kedinin gözleri devasa büyüdü. Ah unutmuşum! Aptal kedi, üzerime atladı. Bunu nasıl oyun sanmış olabilirsin? Kendi kendime dertleniyordum ben. Ayağa kalkıp silkelendim ve yolu izlemeye karar verdim. Aşırı acıkmıştım. Direğin başında uyuyakalmıştım. Beni uyandıran hiçbir şey olmadı. Şehir ve ben, işte bu kadar yalnızız. Ayrılmaz iki parçayız. Gördüğüm ilk restorana girdim. Ne yiyeceğimi düşünmedim. "Izgara bir et beni o kadar memnun eder ki!" diyebildim sadece. Beklemeye koyuldum. Beklemek berbat bir şeydi. Beni düşünmeye itiyordu. Cam kenarında oturan çift, beni ve eşimi hatırlattı. Ölü olan eşimi. O benim tek anlamımdı. Onu kendi ellerimle kaybettim. Hepsi benim hatamdı. Bunu bugün telafi edeceğim. Ah, o içimden bir parça olan kadın! Sensiz o kadar anlamsızlaştı ki her şey. Geçmişin ve geleceğin bir olmasın derdin, ben ikisinde de sana aitmişim oysaki. Bunu bilmiyordum. Asla sana yarayan bir adam olamadım. Beni hep mutlu etmeye çalıştın ama benim kendime mutluluğum yoktu ki. Hep işe yaramaz biri oldum ben. Bugün ölüm günüm ve yalnızım! Sana karşı hazırlanmadığım kadar hazırlandım, romantik metinler hazırladım. Çünkü bu benim son günümdü. Dünya üzerindeki son günüm. "Amerikan Gotiği" diyordu kendisine. İnanın hiçbir zaman anlamadım, sadece ondan oldukça hoşlanıyordum ve tek anladığım şey onun ağzından çıkan her şeyin çok iyi olduğuydu. Büyülenmiştim. Nasıl mı öldü? Son kez tartışıyorduk, bilmiyordum. Beni sinirlendirdiği her vakit pedala daha sert basmıştım. Araba yoldan çıktı ve ağaçların içinde diğerinden diğerine vurarak parçalanmıştı. Sevgilim, hayatımdaki en iyi kadın böyle öldü. Onu ben öldürdüm. Arabadan indiğimde her şey toz bulutu altına gömülmüştü. Ufacık bir yangın vardı. Hemen bulutların altında kapıyı zorlayarak açtım ve onu çıkarttım. Çoktan ölmüştü. Çoktan öldürmüştüm. Her şey benim suçumdu. Sadece karlı bir hava, benim ömrüm boyunca unutamayacağım bir an. Sonumu da geçmişim getirdi. Özür dilerim sevgilim, ızgarayı bekleyemeyeceğim. Ceketimi, atkımı her şeyi yere attım ve koşmaya başladım. Gözlerimden yaşlar aka aka koştum. Nefesim tükenene kadar koştum. Ne olduğunu anlamaya çalışana kadar koştum. Bir mezarlık. Tam aradığım cinsten. Burası şehrin en tatlı yerlerinden biriydi, büyük bir kahramanın yattığı yer. Zamanın en vahşi savaşçısı, ölümün dansçısı. Önüne yattım ve ağlayarak yıldızları izledim. Sanki bir adam ve onun deliler gibi aşık olduğu kadını, izledim. İkisi ellerini uzatmış, başparmaklarıyla birbirlerine değiyorlardı. Şahane yıldızlar! Bana hep bir şey çağrıştırdınız! Yıldızlar beni duymuş gibiydi, ne kadar da tatlılar! Büyük bir keman sesi, benim gözlerimi alıyordu. Kemanın yanında kadim bir ses. Mezarlığın yanında adeta görevimi yapmak için bırakılmış bir bıçak. Ah sevgilim, dünyalar güzeli kadınım. Ölümünde seni yalnız bırakmıştım ona rağmen sen, beni yalnız bırakmadın. Tatlı sevgilim benim. Bıçağı aldım ve şüpheye yer vermeden bileğimi kestim. O kadar tatlı bir andı ki, her şey gidiyordu. Geriye sadece asla sahip olamadığım kadına dönmek kalıyordu. Gözüm yavaşça gidiyordu, yıldızlar bir o kadar gözümde belirginleşiyordu yine de. Ölüm kulağıma fısıldadı: "Zamanında senin gibi geçmişin peşini bırakmayan bir adam tanıdım. Sizin suçunuz değildi. Geçmiş acımasızdır."

Gözlerim. Artık onları göremiyorum fakat hissettiğim tek bir şey var. Kadınım, en sevdiğim varlığım. Elini uzattı ve başparmağıma dokundu. Yükseldiğimi hissediyordum, yukarıya doğru hızla yükseliyordum. Sonsuza kadar onunlaydım artık. Elimi uzattım ve başparmağımı dokundurdum. Yıldızlar bizimdi artık.