İntihar düşüncesi kendimi bildiğimden beri aklımda yer edindi. Bunu bir kaçış olarak mı, yoksa kurtuluş olarak mı gördüm, henüz bilemedim. Yorgun, bitmiş ve umutsuz kaldığım her an intiharı düşündüm, istedim. Hayatım boyunca hiçbir yere ait hissedemedim kendimi, hoş, zaten kimse de istemedi. Üzücü geldiği yıllar geride kalsa da, artık istenmediğim ve sevilmediğim için ağlayacak biri olmasam da bunların yaşanması, özellikle masum ve hiçbir suçu olmayan bir çocuğun bunlara maruz kalması beni öldürüyor. Biliyorum, yine anlamayacak insanlar beni, bu satırları okurken bile umursamaz davranacaklar, binanın çatısındayken bu umursamaz davranışlar beni de çok etkilemeyecek. Kimsesiz çocuklara yardım etmek, kitaplar yazmak, ailemle kamp yapmak, hepsi zamanında gerçekleşebilecek fakat şu anda komik gelen hayaller, nedeni başarısızlık, sevgisizlik. Babam haklıydı, baba demeye bile dilim varmıyor fakat haklıydı, ben gerçekten kimseyi sevemezdim, onlar da beni sevemezdi ve bunun benim boktan bir insan olmamla alakası yoktu. Bu durum beni gereğinden fazla yordu, babamın haklı çıkması, bu dünyaya hiçbir zaman ait olamayacağım ve biriyle sevişemeyeceğim gerçeği fazlasıyla yordu. Bu sadece vücutların sevişmesi değil; ruhların, kelimelerin, gülümsemelerin de sevişmesiydi, buna hiçbir zaman ulaşamayacağımı biliyordum. Her zaman insanları suçladım, sevgiden, saygıdan anlamadıklarını ve beni hak etmediklerini savundum. Günün sonunda, ay tepeye yerleştiğinde kimin haklı, kimin haksız olduğunun bir önemi kalmıyordu; sorun bende ya da insanlarda olsa bile loş ışık altında bu satırları yazıyordum, diğer acı ve anlamsızlık dolu satırları yazdığım gibi. Anlamdıramadığım bir saçmalıktı hepsi, geceler boyu düşündüm, kitaplar okudum bunu anlamak için, haklı ve haksız aramaktan ziyade, buna bir neden aradım. Sevgisizliğe, isteksizliğe ve değersizliğe, hatta insanların bu duyguları neden vazgeçilmez olduklarını sanmakta anahtar rol oynadığını zannetmesinde neden aradım. İnsanları anlamak isteyen her canlı gibi, ben de sonsuz bir aptallık ve ilkellikle karşılaştım, narsist biri olmadım fakat her zaman kendimi bu insanlardan üstün gördüm. Toplumun ve çevremin dayattığı her şeye karşı çıktım, bunu farklı görünmek ve ilgi beklemek için yapmadım, toplum bana nesnel anlamda iyi bir şey dayatsa bile içimdeki nefret bunu kabullenmeme izin vermedi. Bir zaman sonra duygularım giderek körelmeye başladı. Eskisi kadar üzülemiyordum, ağlayamıyordum, merhamet gösteremiyordum. Hayatıma doğrudan veya dolaylı yoldan etki etmiş, beni karanlığa ittirmiş herkese giderek benzemeye başlıyordum, onlardan tek farkım otoritem ve karakterim oldu. Dünyevi hiçbir zevk için kendi karakterimi bozmadım, para sadece uğruna harcayacak biri olduğunda değerliydi, kadın ancak ruhuma dokunabildiğinde ve gülümsediğinde çekiciydi, hiçbiri için inandığım değerleri ve yarattığım otoriteyi bozmadım, bu hayatımdaki en bencil ve en doğru eylemlerden biriydi. Bir tanrının varlığına inanıp geceler boyu dua ettim. Tanrı'nın ne kadar insan olduğunu fark ettim, ona tapmadığım sürece bana huzur ve mutluluk vermeyecekti, ona inanmadığım sürece beni o beyaz çiçeklerle dolu cennet bahçesine sokmayacaktı. Dövme yaptığım için kızacaktı, kafam atıp bir bira devirdiğimde hayvandan farkım kalmayacaktı, karımı dövmeyip üzerine kadın getirmeseydim erkek olamayacaktım, Tanrı ve onun dinin getirdiği ne varsa kabul etmediğim sürece asla mutluluğa, huzura değer biri olamayacaktım. Kedilere ve köpeklere yemek ve su vermem, çocuklara gülümseyip onlarla oynamam, kadınlara değer verip sesimi bile yükseltmemem kimsenin umurunda olmadığı gibi tanrının da umurunda değildi, insanlar gibi bencildi. Yaptığım her ahlaksızlığa kılıf olarak dini ve tanrıyı kullanmadığım için kâfir ilan edilecektim, hayırsız ve uğursuz. Bunun ne anlamı vardı? Gerçekten tanrıya inanmak zorunda mıydım? Bu anlaşılmazlıklar ve saçmalıklarla dolu dünyada bunları sorgulamak bile yeteri kadar gülünç bir durum. Hiçbir zaman böyle bir durumu anlatma gereği duymadım, benim için insanlar buna bile değmezdi, dünya gerçekten boktan bir yerdi ve içimdeki nefret beni olmak istemediğim kim varsa ona dönüştürüyordu. Bazı durumlar kendi elimdeydi elbette, kadere ve insanlara yıkmak büyük bencillik olur fakat dediğim gibi, içimdeki nefret bir türlü dinmedi. Kendi vicdanımla umursamaz ve kaba bir insan oldum, kalpler kırdım ve umutları tükettim. Belki bir kez sevilseydi ruhum, okşansaydı saçlarım ya da sıkılsaydı omzum, bir şeyleri değiştirmek için kendim ve nefretim ile yüzleşebilirdim, yine de bunlar olmadı diye boktan biri olmamak gerekir, bunu meşrulaştırmak da en az bu durum kadar boktandır. Bu satırları yazmayı bitirdiğimde sabahın ilk ışıkları odama doluyor olacak, ölüme bir gün daha yaklaşacağım, yıllar boyu sürmeyecek, birkaç saat, birkaç gün. Bu düzenin, insanların ve dünyaların değişeceğini zannetmem. Böyle bir umuda tutunup yol almak isteyenler için boş hayaller satmak etik olmayan bir durum olur. Böyle devam edecek. İnsanlar ahlaksızlıklarını din ile meşrulaştıracak, babalar karılarını ve çocuklarını dövecek, anneler eksik yaşayıp hayatından zevk alamayacak, siyasilerin ve dini istismar edenlerin çocukları etleri kemiğinden sıyırırken diğer çocuklar çöpten ekmek toplayacak, bir baba asacak kendini balkona, cebinde sadece bozukluklar olacak, bir anne daha öldürülecek, bir çocuğun daha elleri kana bulanacak. Bu ölmek üzere olan nefret dolu birinin sözleri değil sadece, durum bundan ibaret. Genç bir adam arkasında yüzlerce yazı bırakıp kendini yüksek bir binadan atacak, dünya düzenini işlemeye devam edecek.