1760 Sanayi Devrimi ile başlayan Makine Çağı’na iki temel düşünce hakimdi: indirgeme ve mekanizma düşünceleri. Bu iki düşünce aslında klasik bilim temelinde ortaya çıkmıştır. Bunlardan ilki olan indirgeme düşüncesine göre; bir madde, olgu, olay vs. küçük birimlere ayrılabilir. Mekanizma düşüncesine göre ise bir olayın, durumun, olgunun meydana gelmesi sadece kendinden önceki elverişli ortama bağlıdır. Açıkçası indirgeme düşüncesiyle parçalarına ayrılan konular, mekanizma düşüncesi ile sebep-sonuç düzleminde incelenir. Bu iki düşünce ışığında tarımsal faaliyetler döneminde anlamını yitiren çalışma hayatı tekrar önem kazanmıştır. Üstelik insanlar eğitimli ve bilinçli bireyler olma yoluna girmeye başlamış; bilimsel alanda gelişmeler de hız kazanmış, farklı meslek grupları ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak, bu düşünceler iş hayatında bir çeşitlilik oluşturmuş ve giderek artan bir ayrışmayı da beraberinde getirmiştir.
1940’lı yıllarda durum biraz değişime uğramıştır ve literatüre II. Makine Çağı olarak da geçen modern bilimin temeli atılmıştır. Klasik bilim anlayışı; gelenekselci yapısından dolayı etkinliğini yitirmeye başlamıştır. Evrenin nedensel ve doğrusal bir işleyişten ziyade döngüsel bir yapıya sahip oluşunun ortaya atılması bir diğer unsurdur. Ayrıca o yıllarda ortaya çıkan savaş durumu, açıkçası, dünyanın bir bütün halinde görülmesi fikrini de olumlu kılmıştır. Öne sürülen bu fikir sonucunda farklı bilim dalları bir arada çalışmaya başlamış, farklı branşlardan bilim insanları bir araya gelmiştir. Bu süreci Genel Sistemler Teorisi adı altında toplayan biyolog Ludwig von Bertalanffy’dir. Ona göre alanlar arası bir bağlantı vardır. Bu bağlantı bir etkileşimdir. Alanları birim olarak düşünürsek (ki bu birimler de kendi içinde ayrı ayrı sistemlerdir); bu birimler etkileşerek bir bütünü oluşturur ve bu bütünün belli bir amacı vardır. Başka bir deyişle: tüm bilimsel çalışmalar ve disiplinler ortak bir amaca ulaşmaya meyillidir. Aslında burada sistemin tanımını da yapmış olduk. Sistem denilen şey birimlerden oluşur, bu birimlerin arasında etkileşim vardır. Çevresel faktörlerle ilişkilidirler ve belli bir amaç için bir araya gelip bütünü oluştururlar. Bahsedilen bu birimler en küçük yapı taşlarına kadar indirgenip incelenebilirler. Bu, Makine Çağı’ndaki "indirgeme düşüncesi" ile örtüşür vaziyettedir. Diğer yandan, sistemlerin oluşmasındaki yegane sebep; kendinden önce oluşan elverişli ortamdır. Bu durum ise klasik bilimde "mekanizma"ya denk gelir. Yani diyebiliyoruz ki; genel sistemler teorisi klasik bilimi (I. Makine Çağı/Sanayi Devremi) de kapsar.
Genel sistemler teorisi evrendeki doğal oluşumun doğal sonucu gibi görülebilir ki bence apaçık öyledir. Bu arada, unutmadan söylemekte yarar var; bu teori 1940’larda sadece sistemleştirilmiştir. Zaten daha önceden varlığı da kabul edilmiştir ama pek de dikkat çektiği söylenemez. (Bkz. Friedrich Hegel)
Bu teori evrendeki doğal oluşumun doğal sonucu demiştik. Şöyle açıklayayım: Maddenin en küçük yapı çekirdeği olan atomun çekirdeğinin etrafında proton, elektron ve nötronlar dönmektedir. Atom çekirdeğinin etrafında dönen bu tanecikler de kuarkları içerir. Bu da demek olur ki; onlar da parça/birim olmalarına rağmen alt sistemleri içerir ve yörüngeleri farklı olsa da belirli bir ortak amaca hizmet ederler: Denge!
Atomu anladığımıza göre Güneş Sistemi'ne bakalım. Güneş Sistemi’nde gezegenler de Güneş’in etrafında dönmektedir. Üstelik bu gezegenlerin de etrafında dönen uyduları vardır ve içerlerinde kendi ekosistemlerine sahiplerdir. Örneğin; Satürn’ün etrafında dönen halkası vardır, Uranüs buzlarla kaplıdır. Bu atom-Güneş Sistemi benzerliği sanki bir şeyler anlatır gibi. Bir uyum, bir bütünlük var ve amaçları var. Denge! Şuna da değinmek gerekir; galaksimizdeki 250 milyar küsür yıldızdan birisi Güneş Sistemi'dir. Güneş Sistemi’nden Dünya’ya, Dünya’dan yerküreye, yerküreden magmaya, magmadan atoma ve atomdan çekirdeğe doğru inebiliriz aslında. Bu tümdengelim yönteminin tersi olan tümevarım şeklinde atomun çekirdeğinden Güneş Sistemi’ne de gidebiliriz. Bu da "sistem yaklaşımı"ndaki görüş olan “konular ve olgular her iki yönden de bakıldığında aynı sonuçları verir” düşüncesiyle kesişir. Atom-Güneş Sistemi ilişkisi evrende, en azından Samanyolu Galaksi’sinde, sistemler arasındaki etkileşimi açıklar. Bu durum sistemsel teorinin dayandığı düşüncelerden biri olan "holistik düşünce" ile açıklanabilir. Holistik düşünce sistemi; oluşturan parçalardan bizi haberdar ederken aralarında bağlantı kurmamızı sağlar ve onu bir bütün olarak kavramamıza yardım eder. Örneğin; holistik metin okuma tekniği olan SQ4R tekniğini ele alalım. Bu tekniğe göre bir metin okunmadan önce ve sonra yapılacak çalışmalar vardır. Mesela okunacak metin hakkında; okumadan önce kişinin “Ben bu konu hakkında ne biliyorum?” diye sorması, okunacak metin hakkında bilgilerin daha anlaşılır olması için önceki bilgilerin hatırlanmasını sağlar. Okuma sonrası çalışmada ise metne tekrar dönülerek önceki bilgilerle metinden öğrenilen bilgilerin bir sentezi yapılır ki daha sonra üretilecek fikirler ve ürünler için sentezleme yapmak gereklidir. Kısacası burada holistik bir şekilde düşünerek elimizdeki metnin okuma öncesi, okuma sırası ve okuma sonrası evreleri olduğundan haberdar olur ve metni bütüncül olarak değerlendiririz. Buradan, holistik düşünceye sahip olmak günlük yaşamda da önemlidir, sonucu çıkar.
Sistemlerin ve alt parça-birimlerin ortak amaçlar doğrultusunda hareket ettiğinden bahsetmiştik. Buna "erekbilimsel düşünce" denir. Erekbilimsel düşünce her şeyin bir amaç uğruna var olduğunu-edildiğini savunur. Bu düşünce teolojide popüler olmasının yanında; sistemler teorisinin getirdiği modern bilimde sistemlerdeki alt birimlerin bir amacı olduğunu savunmakta kullanılır. Klasik bilimde düşünce tipi analitiktir. Çözüme sebep-sonuç ilişkisi kurularak odaklanılır. Denir ki; bir olayın varlığı sadece kendinden önceki elverişli ortamın oluşmasına bağlıdır. Modern bilimde ise bu düşünce "sentez düşüncesi"ne evrilmiştir. Sentez düşüncesine göre var olan birimlerin etkileşimi önemlidir. Bu etkileşimlerin nedeninin ne olduğundan ziyade etkileşimin amaçları irdelenir. Açık bir örnekle; bir sistem olan illerdeki valiliklerin neden var olduğuna odaklanmak yerine valiliğin amacına, fonksiyonuna odaklanmaktır. Bu sayede amacı doğrultusunda işler yapıp yapmadığı kontrol edilebilecektir. Bu da sistem açısından olumludur.
Sistemler sınırları olan yapılardır. Her sistemin görevi sınırlıdır ve her zaman bozulma eğilimindedir. Hatta sistemin bozulmasının nedeni sistemin yükselmesidir. Bozulmaya eğilimli olma durumuna entropi denir. Entropi fizikte termodinamiğin yasalarından biridir. Buna göre sistemler dışarıdan beslenemezlerse bozulmaya doğru giderler. Bu beslemeler sistemi negentropi (negatif entropi) denilen entropinin tersi yönünde bir müddet idare eder ama önünde sonunda sistem bozulacaktır. Entropi kaçınılmazdır. Bizler sadece bu süreyi uzatabiliriz. Yani insanlar doğar, büyür ve ölür. Bunun önü alınamazdır ve tıbbın yaptığı/yapabildiği şey sadece bu süreyi, yaşam süresini olabildiğince uzatmaktır. Negentropi daha çok "açık sistem" denilen sistemlerde çalışmaktadır. Açık sistemler dışarıdan beslenebilen ve dışarıya ürün verebilen, dönüt alıp verebilen, diğer sistemlerle etkileşim içinde olabilen sistemlerdir. Kapalı sistemler ise zaten yok olmaya mahkumdur çünkü çevresiyle etkileşime girmezler ve kendisini tazeleyecek girdileri bulamazlar. Yanlış anlaşılmasın; kapalı sistemlerin avantajları da vardır. Mesela kapalı sistemlerdeki veriler çok iyi izole olabilirler.
Çevremize baktığımızda insanların da sistemler oluşturduğunu görürüz. Ülkeler, eyaletler, şehirler, ilçeler... Daha da indirgeyebiliriz hatta. Oluşturduğumuz sistemlerin alt basamakları çeşitlidir ve her biri büyük bir sistemi oluşturan sistemciklerdir. Sistemcikler de kendi içinde sistemlere sahiptirler tabii. Sistem oluşturmaya eğilimli olmamız aslında çok doğaldır çünkü evren bu şekilde işler. Hatta insanın anatomik yapısı içerisinde de sistemlerin oluştuğunu görebiliyoruz. Sinir sistemi, dolaşım sistemi ve boşaltım sistemi gibi sistemler daha büyük bir sistem olan vücudumuzu oluşturur. Buradan çıkarılacak bir sonuç varsa o da şudur: Bizler yaşamımızda evrenin işleyiş şekline ne kadar benzer işler yaparsak o kadar tatminkâr ve başarılı oluyoruz. Merak ettiğim şeyler ise tıpkı sistem teorisindeki negentropi gibi: II. Makina Çağı bilimde yaşanan entropinin durdurulması ve negentropiye çevrilme çabası mıdır? Diğer yandan bu iki ana kavram büyük bir sistemin parçaları/birimleri olabilir mi? Yani klasik bilim ve modern bilim bir araya gelip, etkileşip daha büyük bir sistemin parçacıklarını oluşturmaya mı meyillidir?