"Uzunca bir süre kendine sığınaklar kurup yıktın: düzen ya da eylemsizlik, başıboş sürüklenme ya da uyku, geceleyin devriye gezmeler, yansız anlar, gölgelerin ve ışıkların kaçışı. Daha uzun bir süre kendine yalan söylemeyi, kendini sersemleştirmeyi, kendi oyununa gelmeyi sürdürebilirsin belki. Ama oyun bitti, büyük şenlik, ertelenmiş yaşamın yalancı sarhoşlu­ğu bitti. Dünya yerinden kıpırdamadı ve sen değişmedin. Ka­yıtsızlık seni farklı kılmadı.

Ölmedin. Delirmedin."


"Sabırlısın ama beklemiyorsun, özgürsün ama seçmiyorsun, müsaitsin ama hiçbir şey seni harekete geçirmiyor."


"İnsan ne harikulade bir buluş! Isınsın diye ellerine, soğusun diye de çorbasına üfleyebilir."


"Oturuyor ve beklemek istiyorsun sadece, bekleyecek bir şey kalmayana kadar beklemek."


"Yaşamayı bilmediğini, hiç bilmeyeceğini şaşırmadan keşfediyorsun."


''...bir şey beklememenin bin şekli vardır...''


"Konuşmaktan vazgeçtin ve sana cevap veren tek şey sessizlik oldu."



“Bir şeyler kırılıyordu, bir şeyler kırıldı. Kendini -nasıl demeli?- dayanıklı hissetmiyorsun artık: Sana bugüne kadar güç veren -öyle sanıyordun, öyle sanıyorsun-, yüreğini ısıtan şey, varoluş duygun, neredeyse önemli olduğun duygusu, dünyaya bağlanma, dünyada kalma duygusu eksikliğini hissettirmeye başlıyor.”


"İşte bu yüzden ağaç senin gözünü kamaştırıyor, seni şa­şırtıyor ya da dinlendiriyor; ağaç kabuğunun ve dallarının, yap­rakların bu kuşku götürmez, kuşkulanılmaz gerçekliği yüzün­den. Hiçbir zaman bir köpekle birlikte dolaşmaman da bu yüzden belki, çünkü köpek sana bakar, yalvarır, seninle konu­şur. Minnetten yaşarmış gözleri, dayak yemiş köpek havaları, sevinçli köpek zıplayışları, ona, o aşağılık evcil hayvan statü­sünü vermen için seni durmadan zorlar. Bir köpek karşısında yansız kalamazsın, bir insanın karşısında da öyle. Oysa bir ağaçla hiçbir zaman diyaloğa girmezsin. Bir köpekle karşı karşıya yaşayamazsın, çünkü köpek, her an, senden onu ya­şatmanı, beslemeni, okşamanı, ona uygun bir insan olmanı, efendisi olmanı, onu anında yere yatıracak o köpek ismini gürleyen Tanrı olmanı isteyecektir. Oysa ağaç senden bir şey istemez. Köpeklerin Tanrısı, kedilerin Tanrısı, yoksulların Tanrısı olabilirsin, elinde bir tasma, biraz ciğer, biraz servet olması bunun için yeterlidir, ama asla bir ağacın efendisi ol­mayacaksın. Kendin de bir ağaç olmayı istemekten başka bir şey yapamayacaksın.


Keşke insan türüne ait olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi; keşke hayvanlar aleminden çıkıp aşılan o birkaç gülünç adımın bedeli, sözcüklerin, büyük tasarıların, büyük atılımların o dinmek bilmeyen hazımsızlığı olmasaydı! Karşı karşıya getirilebilen başparmaklara, iki ayak üstünde duruşa, omuzlar üzerinde başın yarım dönüşüne fazla ağır bir bedel bu. Yaşam denen bu kazan, bu fırın, bu ızgara, bu milyarlarca uyarı, kışkırtma, tembih, coşkunluk, bu bitmek bilmeyen baskı ortamı, bu sonsuz üretme, ezme, yutma, engelleri aşma, durmadan ve yeniden baştan başlama makinesi, senin değersiz varoluşunun her gününü, her saatini yönetmek isteyen bu yumuşak dehşet."


"Öğrenecek çok şeyin var, öğrenilmeyen her şey: yalnızlık, kayıtsızlık, sabır, sessizlik. Tüm alışkanlıklarından, onca zaman yan yana yürüdüğün kişileri görünce yanlarına gitmekten, başkalarının her gün senin için ayırdıkları, hatta bazen senin adına savundukları yerde kahveni içmekten, yemeğini yemekten, bir türlü bitmek bilmeyen dostlukların sıkıcı suçortaklığında, yıpranan ilişkilerin ödlek ve oportünist kırgınlığında sürünmekten sıyrılmalısın."


"Pek yaşadın denemez, oysa her şey çoktan söylendi, çoktan bitti. Topu topu yirmi beş yaşındasın, ama yolun çizilmiş bile. Roller hazır, etiketler de: Bebekliğindeki oturaktan yaşlılığındaki tekerlekli sandalyeye varıncaya kadar oturulacak tüm yerler orada durmuş sıralarını bekliyorlar. Serüvenlerin öyle iyi betimlenmiş ki, en şiddetli isyan bile kimsenin kılını kıpırdatmayacaktır."