Ne ilaç olacak bu boşluğa? Gitmediğim hiç yol kalmadı. Öylece duruyorum odanın ortasında; evde, sokakta ve şehirde. Gitmek çekiyor canım, bunu da anlatmak istiyorum bazen. Kendi sesinin yankısına saklanamaz ki insan. Ne kötü ki hala ihtiyaç duyuyorum nefes alan şeylere. Nefes alamıyorum, göğü biliyorum, nasıl alınır hava, nasıl bırakılır aldığın yere, hepsini biliyorum.


Ama gerçeği neydi bunun? Bu nefes alıp vermek böyle basit ve hem de zor muydu hep? Işık saçardım, her şey kolaydı. Ekmek almaya gitmek kadar kolaydı hepsi eskiden. Biri elimden tutardı hep, elimi tutacak biri vardı. İsimleri değişirdi ama beni kaldırırlardı, ben de minnettar olurdum. Nasıl tuttular benim ellerimi? Hep soğuk ve hep gidecekleri belli. Kalkmam gerektiğini biliyorsam çok da umursamazdım. Şimdi ne el görüyorum ne aramayı hatırlıyorum.


Uzun süre yaşamamış gibiyim. Tenim rengi sararıyor. Saçlarım koyulaşıyor, sesim çıkıyor elbette ama sanki göçüp gitmiş ve unutulmuş hikayeleri anlatmaktan başka bir şeyi hiç öğrenmemiş. Bakışın olanağı kadar izledim dünyayı. Ailemin hayatını, olan bitenleri, kendimi... Hiç içinde değildim, hiç olmadım.


Kendime benzeyen kimse görmedim onlarda. En yakınlarımda... Hiç onları sevmeyi bırakmadım, hep siliktim. Gitmek istedim. Yol gösterdiler, en ışıksızını seçtim. Kimim ki ben hesap sorayım? Acımın hafızası bomboş. Bilmiyorum bile ne acıttı bu kadar canımı. Kendi batağımı kazıdım, içine uzandım. Dışarıya doğru bağırdım, hesap sormak için köpüklü ağzımla saldırmak istedim. Sesim çıktı mı benim hiç?


Hayatımda ne olursa olsun -ki uyanmak dahil buna- içtiğim kahveler, yıkadığım bardaklar... Hepsi sırtımda yük. Kendimin yükü olmaktan öyle yoruldum. Dinleneceğim yeri bilememenin sancısı yokluyor. Sabah akşam, sabah akşam. Herhangi bir yerde güneş doğuyor, biliyorum, birileri birilerini ne çok seviyor. Ve Allah'ım, ben nasıl bunca güzel şeyden bu kadar uzağım?