Canım.
Ruhumdaki zerreleri karıştır, gör bir bak!
Ulvi ve ebedi şu ateşte yanar mı ellerin?
Yakar mı yüreğini şu ateş!
Yanar mı gözlerin,
Bir hücumla kaplar mı şu ruhunu,
Gör bir bak!
Ateş zerreleri, fikirlerim üzerinde dolaşırken,
Saman dolu bir arazinin üzerinde gezinir gibi,
Cayır cayır yanıyor içerim!
Küfrettiğim tüm doğrular, yanıyor bu cehennemin içinde,
İnandığın tüm yalanlar eriyor bu cennette!
Benim cehennemim gerçeklerin kayıp olduğu şu diyar,
Bu diyar cehennemim değilse benim,
Ruhumu yakacak tek bir ateş zerresine rastlamayacağım!
Benim cennetim!
Şu gerçekten uzak, bilinmeyeni yalanlar ile kapatan,
Şu sözlerin, acı çekerek, can çekişerek,
Geberip gittiği yerdir!
Eğer böyle bir yer yoksa,
Ne hurileri vaat et bana,
Ne ölümsüzlüğü,
Ne kainatı efendimiz!
Her uyandığım gün, yaşlanıp ölüme yaklaşıyorken ben!
Ölümün kokusunu bir gün bile almıyorsa,
Şu yüz karartan yalanlar!
Alın! Alın! Alın ve ölümün dibine bırakın!
Neye yarar yaşamak?
Doğumumdan bu yana,
Hem şu aciz bedene tutsak,
Yalanlara tutsak,
Gerçeksizliğe tutsak,
Bir gün bile gevşemeyecekse şu ruhumun zincirleri,
Neye yarar yaşamak!?
Aşağılıyor ruhumu sanki, şu karanlık!
Tanrım diş biliyorum yarattıklarına,
Var mı bunun günahı?
Diş biliyorum şu yarattığın fani aptallara,
Kan içen tiksinç yaratıklarına,
Katledip, öldüren şu pislik varlıklara,
Diş biliyorum tanrım yarattıklarına!
Sen yarattın öyle değil mi,
Aşık olduğum tüm kadınları?
Tüm kır çiçeklerini sen serdin güzel arsalara,
Ağaçları bir bir sen dizdin öyle değil mi?
Ne hacet şu değerbilmezlere?
Ne hacet karşısına düşman tüm güzelliklerin!
Ahmak şu ahaliye ne hacet,
Hepsini güzel yaratmak varken ruhların,
İnsanı ruhsuz yaratmaya ne hacet?
Şimdi. Canım.
Al şu ruhumu,
Tekdüze gerçekliğin içinde sıkıştır,
Ne varsa yalan olan, ondan sıyır al beni,
Tanrım, köpeğiyim ben gerçeğin,
Çek al beni şu koca kainattan da,
Gerçekliğin zerresine zincirimle bağla beni!