Her ne kadar belirli düşünürlere olan absürt düşkünlüğü ile günümüz modern felsefenin içerisine damlamış bir filozof olsa da, aslında Žižek; taşıdığı tüm kimliklerin ve eleştirilerin ardında salt olarak bu şekilde gizlenmeyi tercih etmemiş gerçek bir sinemasever bazılarımızın gözünde...

"Gizlenmeyi tercih etmemiş" ile az da olsa kazandığı zevkleriyle dikkat çekmeye meraklı bir sanat tüketicisi olduğunu söylemeye çalışıyorum sözün özü. Tükettikleri ile kendi fikirlerini doğru bir sentez ile harmanlayabilecek bir üsluba sahip nitekim kendisi. Sevdiği sanat eserleri aracılığıyla da insanlara kendisini açıklamaktan sıkılmayan Žižek; günümüz dünyasında hâlâ devam ettirmekte olduğu felsefe arayışıyla, bizleri de iyi ve kötü bir şekilde kendisine çekerek yönlendirmeye devam ediyor aynı zamanda... Sinemadan ilhamını bu denli kazanmadan önce ise aslında Žižek, daha çok politik, zararsız fikirlerini sunuyordu okuyuculara. "İdeolojinin Yüce Nesnesi" adlı kitabında etkilendiği isimler aracılığıyla oluşturduğu fikirlerine sadece göz atmış ve defteri bir şekilde kapatmış bulunmuştum. Fakat yazdığı yazılarının artık bir görüntüye ve sese dönüşmesine kanaat getirmiş ve kendi zihnine girmemize gayet zevkli fikirlerle izin vermiş olacak ki hiç sıkılmadan, gayet doyurucu ve keyifli bularak izledim Žižek'in kendisini "sapkın" olarak ilan ettiği bu belgeselini.

Böylesine tutkulu bir adamın, "ideoloji" kavramını kendi film evrenini ziyaret edebileceğimiz şekilde, bir belgesel halinde "The Pervert's Guide to Ideology" belgeseliyle anlatabiliyor olması, kendi felsefesi içerisinde izleyicilere de bir yer kazandırıyor oluşu aynı zamanda çok da gerekli bir projeydi çoğumuz için. Çünkü kendi adıma yaptığı bu güzellik sayesinde, kafamda oturmuş filmlerin analizlerini tekrar gözden geçirebilme ve ideoloji kavramına ulaşmak adına belirli bir çaba gösterirken bulmuş oldum kendimi.

Ve evet, hoş sohbetlerin tadını bu diyardan göçmüşlerin yazılarında aramaktan yorulmuş, sinemanın lehçesini aramaya koyulan ve detaya meraklı izleyiciler için Žižek'in yaptığı bu güzellik en çok da benim gibi boş vakti olan aylakları sevindirmiş oldu.

Žižek'in belgesel boyunca sevdiği filmler aracılığıyla önemli politik gelişmeleri ve toplumsal normları tertemiz bir dille tahlil etmiş olduğunu söyleyebilir, bir filozof olarak düşüncenin zihnimizde sinema sayesinde nasıl sıçramakta olduğunu da kabul etmiş bulunabiliriz elbette.

Belgeselin ana vurgusu olan "ideoloji" kavramının belirli film sahneleri üzerinde analiz edilerek, buram buram Louis Althusser kokan bir üslup gereksinimiyle de kapsamlı bir halde izleyenlere ve hatta eski okuyuculara da ulaştığını düşünmekteyim.

Günümüz delilerinden Žižek için "şehla gözleri ve süslü laflarıyla iki üç kapital parçalayan ezberci adam" eleştirisine zaman zaman katılmış olsam da yine de izlediğim bu belgesel her açıdan beni fazlasıyla etkilemiş ve serinletmiş oldu açıkçası. Bu sebeple de içten bir şekilde Žižek'in "Popüler Kültür" üzerinden sinemaseverleri düşündürme çabasını takdir ediyor ve kült filmlerin sahne ortamlarını tekrar yaratıp senaryo ile alakalı önemli analizler sunmasını zevkle alkışlıyorum.


Ve sanırım, ideolojiye giriş ama çıkamayış.