Edebiyatımızın milliyetçi şairi Hüseyin Nihal Atsız, gençliğini mücadelesine adayarak geçirmiştir. Bu fikir adamı, politikaya olan düşkünlüğü sebebiyle gönül işlerine ayıracak vakit bulamamıştır. Onun yegane sevdası memleket sevdasıdır. 24-25'li yaşlarında atandığı okulda dahi etrafındakilerin ne yaptığı ile ilgilenmeyen, kendisine ayrılan sandalyede tüm gün notlarıyla ilgilenen biridir. O sıralarda okula yeni bir öğretmen atanmış fakat bu öğretmenle de asla alakadar olmamış, nereden geldiğini, ne öğretmeni olduğunu bile merak etmemiştir. Tabii ki bu durum öğretmen hanımın öğretmenler odasından içeri girmesine kadar sürmüştür. O anda Atsız notlarından kafasını kaldırmış ve gözleri o yemyeşil gözlerle buluşmuştur. O yemyeşil gözler adeta bir kurşun gibi Atsız'ı vurmuştur. Ancak aşık olduğu bu kadının yanına gidip hislerini açıklamayı bir türlü becerememiştir. Binlerce kelimeyi tereddütsüz sıralayabilen, edebiyatta kendine büyük yer edinmiş o adam, aşık olduğu kadına iki kelimeyi bir araya getirip tek cümle kuramamıştır. Sonunda dayanamayıp kendisini etkisi altına alan o yeşil gözlere bir mektup yazarak açılmayı denemiş fakat bu mektubu da verecek cesareti bulamamıştır. Nihayetinde yazdığı bu şiiri öğretmenler odasının boş olduğu bir vakitte aşık olduğu kadının dolabına koymuştur. Bir zaman sonra kadın dolabında zarfı bulduğu anda bunun bir ilan-ı aşk olduğunu ve kimden geldiğini anlamıştır. Zarfı açmaya bile tenezzül etmeden Atsız'a geri vermiştir. Daha sonra ise Atsız, bahsi geçen şiire ''Geri Gelen Mektup'' ismini koymuş ve çıkardığı şiir kitabında yayınlamıştır.


Yazarın Ruh Adam romanında anlatılan hikâyede de geçen bu şiir ise şöyledir:


Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden?

Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?

Pervane olan kendini gizler mi hiç alevden?

Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu.

Gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse;

Ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse;

Her şey silinip kayboluyorken nazarımdan,

Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse...

Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla,

Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla!

Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince

Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince

Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım;

Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.

Gözler ki birer parçasıdır sende İlahın,

Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın,

Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin;

Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin!

Bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden,

Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden...

Hasret sana ey yirmi yılın taze baharı,

Vaslınla da dinmez yine bağrımdaki ağrı.

Dinmez! Gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu!

Dinmez! Ebedi özleyişin bestesidir bu!

Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı,

Görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı.

Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler,

Tek bendeki volkanları söndürse denizler!

Hala yaşıyor gizlenerek ruhuma 'Kaabil'

İmkanı bulunsaydı bütün ömre mukabil

Sırretmeye elden seni bir perde olurdum.

Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum.

Mehtaplı yüzün Tanrı'yı kıskandırıyordur.

En hisli şiirden de örülmez bu güzellik.

Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur;

Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik...



Yazar: Ayşenur Akkuş