Kendimi toparlayıp ayağa kalktım. Hızlıca yürümeye başladım. Annemin mezarından uzakta olan üzerinde babamın adı yazan mezara bakmadan yürümeye devam ettim. Babam öldüğünde onun için bir cenaze yapmayı reddetmiştim. Duruma “el atıp” kardeşleri cenazesini hazırladılar. Mezarını annemin mezarının yanına koymayı planladıklarını duyduğumda ortalığı ayağa kaldırdım. Yine de aynı mezarlıkta bulunmalarına engel olamadım. Elimden ancak bu geldi.

Bana zarar vermiş olan herkesle kapanış yapmaya karar verdiğimde kendi kendime bir söz verdim. Onunla hiçbir zaman bu kapanışı yapmayacaktım. Hayatım boyunca onunla zorunda olmadıkça iletişim kurmamayı kendime bir ilke bellemiştim. Şimdi de zorunda olmadığıma göre neden ona da zaman ayırayım ki? Bunu hak edecek ne yaptı?

Mezarlıktan çıktıktan sonra afallamış bir halde bir süre duvara yaslanıp bekledim. Şimdi ne yapacağım? Yeni birisine gitmek için çok erken. Ama daha ne kadar bekleyeceğim? Bir anda hızlı hızlı yürümeye başladım. Kararımı vermiştim. Ona gidecektim. Bir an dahi durup düşünürsem vazgeçeceğimden emin olduğum için duraksamadan yürümeye devam ettim. Kafamın içinde onunla karşılaştığımda ne söyleyeceğimi planlamaya çalıştım. Hiçbir şey çıkmadı. Sadece onu düşünebiliyordum. Ona olan nefretimi veya sevgimi değil, sadece onu. Böyle ne kadar yürüdüm emin değilim.

En sonunda evinin önüne ulaştım. İki katlı bir binanın ilk katında oturuyordu. Bina da bulunduğu semt de hiç güvenli durmuyordu. Burayı tutmaması için çok dil dökmüştüm ama kirasını karşılayabileceği tek ev burası olduğu için burayı tutmuştu. Minik de olsa bir bahçesi de vardı evin. Hep çiçekler dikmek istemiştim. Fırsatım olmadı hiç.

Bir süre orada öylece dikildikten sonra kendimi zorlayıp eve doğru yürümeye başladım. Küçük demir kapısını açıp bahçeye girdim. Attığım her adımda yeni bir anıyı görüyordum. Sonunda binaya ulaştım, kapının şifresini girip içeri adımımı attım. Evinin kapısı tam karşımda şimdi. Neden buraya geldiğimi unutmuş gibiyim. Kalbim o kadar hızlı atmaya başladı ki sanki atmıyor gibiydi. Bir süre nefes alamadım. Sonra da başım dönmeye başladı. Ne oluyordu? Bunca zaman geçmişken ondan hala bu kadar korkuyor muydum? Hayır. Bunu yine kendime yapmama izin veremem. Şimdi gidersem bir daha geri dönemem. Yapmalıyım. En fazla ne olabilir ki? Bir kere terk edildim şimdi tekrar terk edilecek halim yok ya. Kendimi toparlamaya çalıştım. Çantamdan kim bilir ne zamandır orada duran su şişesini çıkartıp bir yudum aldım. Yavaşça kapıya yaklaşıp tıklattım. Evde miydi acaba? Açıp beni görüp yüzüme mi kapatacaktı? Ne yapacağını hiçbir zaman kestirmeyi başaramamıştım. Şimdi de aynısı oluyordu. İçeriden yürüme sesleri gelmeye başladı. Bu bekleyiş biraz daha sürerse kalbim kendini vücudumdan fırlatıp atacakmış gibi hissetmeye başladım. En sonunda kapı açıldı.

Bir süre karşımdakine boş gözlerle baktım. Ne bir şey söyledim ne de düşündüm. Sonunda beynim bağıra bağıra karşımdaki kişinin o olmadığını söyledi. Kimdi o zaman? Neden buradaydı? Kapıya neden o cevap veriyordu? Karşımdaki kişiyi daha dikkatli gözlerle süzmeye başladım. Ben konuşmuyordum evet ama o neden konuşmuyordu? Kim olduğumu biliyor muydu?

Kapıda dikilen kişiyi yavaşça incelemeye başladım. Kendisine oldukça bol olan siyah bir pantolon ve sanki pantolona meydan okuyormuşçasına dar olan gri bir tişört giyiyordu. Saçları da yataktan kalktıktan sonra öylece bırakılmış gibiydi. Yüzünde hiçbir ifade yoktu. Sadece o kısık kahverengi gözlerini bana dikmişti.

Sonunda karşımdakinin kim olduğunu anlayabildim. Arkadaşıydı. Ne arkadaş ama. Hiçbir zaman birbirleriyle anlaşmayı başaramamışlardı. En saçma konulardan bile tartışma çıkartıp aylarca konuşmadıkları oluyordu. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi birbirlerinin hayatlarına geri dönüyorlardı. Aralarındaki ilişkiyi hiçbir zaman anlayamadım. Bir şeyler yerine oturmadı hiçbir zaman. Belki de hepsi benim kıskançlığımdan. Bilmiyorum. Fark etmez. Bir anlam ifade etmiyor artık.

Sonunda konuşmam gerektiğinin farkına vardım. Kısaca “İçeride mi?” diye sordum. İçeride olacağına inanmıştım. İçeride olması gerekiyordu. “Hayır.” diyerek kestirip attı sorumu. Bu kadar mı yani? Hiçbir açıklama yok mu?

“Nerede?” diye sordum bu sefer de. İçimden bir ses “seni ilgilendirmez” diyeceğini söylüyordu. Gerçekten de beni ilgilendirmezdi ama yine de şansımı denemeliydim. “Şehir dışında.” dedi. Yalan söylüyor. Ne diyebilirdim ki? Yalan söylüyordu ama gerçeği söylemesi için de bir sebebi yoktu. Sonuçta ben kimdim ki?

Hiçbir şey söylemeden arkamı dönüp yürümeye başladım. Arkamdan seslendi. “Hayatında sana ihtiyacı yok.” dedi. Vücudumdaki her bir hücre arkamı dönüp bağıra çağıra “Onun bana her zaman ihtiyacı olacak. Tıpkı benim ona olacağı gibi.” demek istediyse de yapamadım. Beni vazgeçirmeye çalışıyordu, biliyordum. Hiç sevememişti beni zaten. Delinin tekiydim beni neden sevecekti ki? Bir tepki vermeden yürümeye devam ettim. Arkamdan kapattığı kapıyı duydum. Ben de hızlıca dışarı yürüdüm.

Biraz yürüdükten sonra sonunda kendimi bomboş bir ara yolda buldum. Kimse yoktu. Bir duvarın köşesine çöküp oturdum. O binadan çıktığımdan beri tuttuğum hıçkırıkları sonunda serbest bıraktım. Neden ağladığımı bilmiyordum.