“Tıkalı bir yolda geri dönemeyen bir fikri savunurken geçti bir gün daha.” dedi Gerilla. Dağın soluk yeşil, neredeyse büyüleyici manzarasına bakarken söylemişti bunları. Adamın orada olduğunu unutmuştu sanki. Gözleri orada olmayan bir şeye bakar gibi kilitlenmişti dağın sırtlarına. Gazeteci bir hareket yapmaktan, bu büyülü anı bozmaktan ne kadar korksa da sonunda kendi içgüdülerine karşı gelemedi. Yavaşça kaldırdığı eliyle kağıda ilk kelimeleri yazdı. Kadının gözü bu hareketi hemen algıladı. “Bu söylediklerimi yazma.” dedi. “Neden?” diye sormadı gazeteci. Bu büyülü anın, bu dışa vurumun dağın kutsallığına ait bir durum olduğunu anlamıştı. Yazdığı iki kelimenin üstünü çizdi tek seferde. Tekrar Gerilla’ya baktı. Örgülü saçları kürek kemiklerinin hemen altına kadar uzanıyordu. Saçları açıkken ne kadar güzel görüneceğini düşündü adam elinde olmadan. Siyah saçlarından bir parça yüzünün sol tarafına düşmüş esmer yüzünü iyice gölgeliyordu. Üzerindeki koyu haki tulumu diğer herkes gibi botlarının ve çoraplarının içine sokmuştu. Adam bunu yapmanın gerekliliğini dağda uyuduğu ilk geceden, hatta henüz akşamüzerinden bacaklarına tırmanan böceklerden anlamıştı. Yavaş yavaş dağa alışıyordu o da. Bunun üzerine düşünüyordu ki kadının gülümsemesi düşüncelerini böldü. Sakince “Ne düşünüyorsun?” diye sordu. Kadının yüzünde düşüncelerinden sıyrılmış olmanın verdiği bir hayal kırıklığı okundu bir an. Ama hemen kendini toparlayıp gazeteciye döndü. “Yalnızca dağların güzelliğini...” dedi. Yüzünde yine adamı etkileyen doğal yarım gülüşü vardı. “Gülüşünün yarısı hep bu dağlarda.” yazdı adam yavaşça. “Dağlarla bir…” kız yazısını bölerek “Ne yazıyorsun yine?” diye sordu. Sakince kalemi eline düşüren gazeteci “Haberle ilgili değil. Yalnızca kişisel görüş.” dedi. Meraklanan kız, “Kişisel görüşün benim hakkımda mı?” diye sordu gülüşünü bozmadan. “Aslında tam değil. Biraz bu dağlarla da alakalı.” dedi. Kız üstüne düşmek istiyordu bu konunun ama arkasından gelen başka bir adam “Estrella.” diye seslenince konuşma yarım kaldı. “Evet?” dedi arkasına dönerek. “Artık geri dönmelisiniz. Bir saldırı yakında başlayabilir. Haber geldi.” dedi. Kız hemen ayaklanarak gazeteciye de “Hadi o zaman.” dedi. 3 kişi normalden biraz daha yavaş yürüyerek ilerlediler. Gazeteci burada geçirdiği günlerde hala dağda yürümeye tam anlamıyla alışamamıştı. Gerillaların yaptığı şakalar ilk iki günden sonra sıkıcı olmaya başlamıştı. Ama yalnızca gazeteciye… Adamlar hala gazetecinin bilmediği bir dilde bir şeyleri sessizce söyleyip gülüyordu. Sonunda küçük bir mağaraya ulaşmışlardı. Küçük girişten geçip arkadaki bir başka geçişle ulaşılan diğer mağarada 3 kişi bir masanın başında oturmuş, sesi olabildiğince kısılmış bir radyoyu neredeyse kulaklarını yapıştırmış şekilde dinliyorlardı. Yeni gelenlere kimse dönüp bakmadı. Herkes bir köşeye geçince radyonun vızıltısı odanın içinde yavaş şekilde dolaşmaya başladı. Bir süre sonra ses yavaşça cızırtıların arasında kayboldu. Adamlardan yalnızca biri radyonun başında kaldı ve yavaşça kanalları aramaya başladı. Sonunda bir şarkı radyonun cızırtıları arasında hayat buldu. Gerilla, riski göze alarak radyonun sesini çok az açtı. Sessiz ve büyük tavanlı mağarayı şarkının ezgileri doldurdu. Gazeteci çalan İspanyolca şarkıyı bilmiyordu. Ama kadının sesi acıklı bir şekilde kulaklarına ulaşınca elinde olmadan iç çekti. Adamlardan birisi, İspanyolca bir şey söyledi. Yine kendisiyle dalga geçildiğini sanan gazeteci başta umursamadı, sonra adamın kendisine dikilmiş sert gözlerine bakınca Estrella’ya dönüp “Ne soruyor?” dedi. “Başından beri İspanyolca bilip bilmediğini sordu. Şarkıyı nasıl anladığını merak ediyor.” dedi. Gazeteci yorgun bir gülüşle, “Ama bilmiyorum ki.” dedi Estrella’ya. Kadının kendine bakışını görünce gözlerini kaçırıp devam etti: “Şarkıları anlamak için dili bilmek gerekmiyor. Hem bütün acılar evrenseldir. Kadının acısını anlayabiliyorum sesinden.” dedi. Sesi mağaranın içinde yavaşça soldu. Estrella, dönüp diğer adamlara gazetecinin söylediklerini çevirdi. Soruyu soran adam anlayışla başını salladı sadece diğerleri herhangi bir tepki vermedi. Şarkı yavaşça sona erdi. Radyonun başındaki adam tam radyoyu kapatmak üzereyken dışardan gazeteci ve Estrella ile birlikte gelen adam onu durdurdu. Hafifçe başlayan ezgi güzel bir hava vermişti mağaraya. Adam yavaşça Estrella’ya yaklaşıp sağ elini kadına uzattı. Estrella gülerek “Hayır Pablo.” dedi. Ama adam elini indirmeyince kadın daha fazla dayanamayıp eli tuttu ve ikili mağaranın içinde hızlı ve sessiz bir şekilde dans etmeye başladılar. Diğerleri onlara dağların altındaki evlerini anlatan bu dansa ellerinden gelse alkışlarla eşlik ederlerdi. Ancak evlerinde değillerdi. Birisi bazen ellerini tam kaldırınca diğeri onu durdurup anlayışlı gözlerle bakıyordu. Estrella ve Pablo’nun dansı adamın eli kadının sırtını desteklerken kendini yavaşça geriye bırakmasıyla biterken Estrella’nın gazeteciyle göz göze gelmesiyle bitti. Bakışları normalden çok az daha fazla birbirlerine kilitli kalırken kendini ilk toparlayan Estrella oldu. Pablo kadını yavaşça kaldırıp ellerini tuttu. “Teşekkürler.” dedi. “Dansımız bana karımı hatırlattı.” Bunları diyerek yavaşça mağaranın bir köşesine çekildi. “Ah Tulipan de Montana.” deyip gözlerini kapadı. Gülüşünün ardında daldığı hayallere hiç kimse karışıp bozmak istemiyordu. Mağara uzun bir süre sessiz kaldı. Sonunda gözlerini açınca Pablo direkt olarak gazetecinin gözlerine baktı “Bunu yaz.” dedi adama. Gazeteci buraya geldiğinden beri ilk defa onunla direkt olarak konuşuyordu. “Yaz bunu Amerikalı. Kocasının dağ lalesini çok sevdiğini yaz.” dedi. Ardından şapkasını gözlerine indirip dudaklarında hala sevdiği kadının hayalinin verdiği gülümsemeyle uykuya daldı. Estrella, yavaşça gazetecinin yanına oturup adamın yazdıklarına baktı. Adam durana kadar konuşmadı. Sonra yavaşça kalemi alarak adamın yazdığı İspanyolca kelimedeki hatayı düzeltti. Kalemi geri verirken yüzünde yine dağlara bakarken oluşa gülümsemesi vardı. Gazeteci sakince “Sana bu gülüşü ne veriyor?” diye sordu. Soruyu anlayacak mağaradaki diğer tek insan Pablo olmasına ve onunda uyuyor olmasına rağmen Estrella yavaşça gözlerini mağarada gezdirip diğer adamların ne yaptıklarına baktı. Herhangi biri onlarla ilgilenmiyor gibi görünüyordu. “Ne demek istiyorsun?” diye sordu yavaşça soruyu tam olarak anlamasına rağmen içindeki anlamı anlamamıştı. Adam sesini iyice alçaltarak “Dışarıda bugün söylediklerine rağmen yüzünde bu gülüş vardı.” dedi. Açıklaması yetersiz kalmıştı Estrella hala sorgulayan gözlerle gazeteciye bakmaya devam ediyordu. Adam kendi sorusunu açmanın bir yolunu düşünürken Estrella yavaşça söze girdi. “Bunun sonunun hangi şekillerde bitebileceğini biliyorum.” dedi. Sonra yavaşça yüzüne düşen bir parça saçını kulağının arkasına attı. Artık konuşurken yere bakıyordu. “Ama ne olursa olsun burada evimde olduğumu hissediyorum. Ailemle beraberim.” dedi. Sonra karşıdaki adama seslendi. Adam biraz durup masada tek başına yanan ve mağarayı aydınlatan gaz lambasını söndürdü. Herkes tamamen yatıp mağarayı kesin bir sessizlik kaplamadan önce Estrella gazeteciye iyice yaklaşıp “Ve senin de burada olduğuna seviniyorum.” dedi. Başını yavaşça adamın omzuna yasladı. Şaşıran gazeteci önce ne yapacağını bilemedi. Sonra yavaşça başını çevirip kadını başının üstünden öpüp kokusunu içine çekti. “Dağ gibi kokuyor. Ne güzel.” diye düşündü. Tam adam gözlerini kapatmak üzereyken Estrella kalkıp karanlıkta doğrudan adamın olduğu yere bakıp “Ama gitmen gerek.” dedi. Sonra yavaşça adama sırtını dönüp sert zemine uzandı. Artık mağaranın zeminine alışmış olan adamda yavaşça sırtını verdiği duvardan yere kayıp buradan mağaradan, dağdan ve hatta dağın kendisi olmuş Gerilla’dan nasıl uzaklaşacağını düşündü. Kendi kendine yaptığı bütün savunmalar boşa çıkıyordu. Kendi zihninde bile kazanamadığı bir savaşı vermek üzerek uykuya daldı. Ertesi gün Pablo’nun postalının dürtüklemesiyle uyandı. “Gitme zamanı Amerikalı.” dedi. “Nereye?” diye sormadı. Herkes her zaman olduğu gibi ondan önce kalkmıştı. Gözleri istemsizce Estrella’yı aradı. Adamın gözlerini takip eden Pablo “Dışarıda.” dedi “Seni Estrella ve ben bırakacağız.”. Gazeteci yavaşça başını salladı. Ayağa kalktı masanın başında oturan adamların yanına gitti ikisiyle el sıkışırken “Gracias.” dedi. Mağaranın ana girişinde bekleyen üçüncü adam yalnızca başını salladı. Herkes ona ısınamamıştı. Çıkarken Pablo’ya dönüp “Biliyorsunuz, ben Kanadalıyım.” dedi. Pablo sakince. “Bir Amerikan gazetesine çalışan Kanadalı, Amerikalıdan daha iyi değildir.” dedi. Gün ışığının dağları yenice aydınlatmaya başladığı bir havaya çıktılar. Dağların üstündeki sis henüz kalkmamıştı. Dağlara bakakalan gazeteci arkasında Estrella’nın sesiyle kendine geldi “Dağa veda etmek zordur.” dedi. Gazeteci kızın gözlerine dönerek “Veda etmek aklıma hiç gelmedi. Ben yalnızca güzelliklerine bakıyordum. Kalbimin bir parçası onlarla beraber burada kalacak.” dedi. Kız bir yorum yapmadı. Can sıkıcı sessizliği Pablo’nun “Vamos.” diyen sesi bozdu. Kendisi en önde olacak şekilde yürüdü. Ardından Estrella ve gazeteci yürüdü. Hiç kimse bir şey söylemeden yürüyordu. Estrella’nın bakışları yerdeydi. Gazetecinin ara sıra kendine değen bakışlarından böyle kaçıyordu. İki saat kadar yürüdükten sonra Pablo “Burada biraz duralım.” dedi. Gazeteci yavaşça kendini bir ağacın gövdesine bıraktı. Pablo tam karşısına geçti. Estrella bir şey demeden ağaçların arsında kayboldu. Ayak sesleri kaybolunca Pablo, gazetecinin yüzünden ayırmadığı gözleriyle “Hala ona seninle beraber gelmesini söylemediğine şaşırıyorum.” dedi. Gazeteci başını sağa sola sallayarak “Onu bu dağdan ayıracak herhangi bir söz olduğunu sanmıyorum.” dedi. “Denemeni engelleyen ne?” dedi Pablo bu sefer. “Ona olan sevgim.” dedi. “Seven sevdiğini yanında istemez mi?” diye sordu Pablo. Gazeteci gözlerini adamın gözlerine dikerek “Tuliban de Monana’n burada olsun ister miydin?” diye sordu. Gözlerinde bir an yanan ateşle Pablo “O yalnızca bebeğimize bakmak için geride kaldı.” dedi. Yanlış yerden konuya girdiğini anlayan gazeteci, “Benimle geleceğini bilsem yalvarırdım. Ama bu hiçbir işe yaramaz.” dedi. Kadın gelene kadar sessizce oturmaya devam ettiler. Kadın geldiğinde biraz daha durdular. Estrella, Pablo’nun ondan önce kalkacağını düşünmüştü ama adam kendi düşüncelerinde kaybolmuş gibiydi. “Pablo?” diye hafifçe seslendi adama. Pablo bir rüyadan uyanmış gibi baktı kadına. Sonra ayağa kalktı. Üçü de ayağa kalkınca kadın yine önden yürümesi için Pablo’yu bekledi. Adam yürümeyince sorgulayan gözlerle baktı. Adam bir an gazeteciye baktı, ardından Estrella’ya dönüp hızlıca İspanyolca konuşmaya başladı. “Bir şey söyleme, sadece dinle. Biliyorum, beni pek dinlemezsin, o yüzden ben yalnızca sana biraz… zaman ve seçenek sunacağım. Ben burada kalacağım. Yolun geri kalanında Kanadalıyı sen götürebilirsin. Gün batımına kadar burada bekleyeceğim. Ondan sonra diğerlerinin yanına geri döneceğim. Biliyorsun, hepsi anlar. Anlamasalar bile sorun değil. Bir hayatın var ve onda da mutlu olmalısın.” Pablo bir an derin bir nefes aldı. Sanki söylemek istediklerini tam olarak bitirebilmiş değildi. Ama aklına farklı bir şey gelmeyince sadece kadının yüzüne bakmaya devam etti. Estrella sadece “Ah Pablo.” deyip adama sarıldı. Gazeteci yalnızca arkalarında durmuş, bu anlamadığı konuşmaya gözleriyle misafir oluyordu. Sonunda Estrella adama sarılınca adamla göz göze geldi. Pablo sakince kadından sıyrılıp gazeteciye yaklaştı “Sana nerede kaldığını sorunca doğruyu söyle. Mağaranın yerini onlara ver.” dedi. “Bunu yapmam.” dedi gazeteci. Pablo gülerek “Sorun değil Kanadalı. Diğerleri çoktan yeni bir yere yola çıktılar. Ben de onlara katılacağım. Hem çekeceğin işkence acısına değmez zaten.” dedi. “Kanadalı ha.” dedi gazeteci gülerek ama aklı hala adamın kullandığı tekil öznedeydi. “Ben de onlara katılacağım.” demişti adam. Peki Estrella ne yapacaktı? Aklına gelen olumlu düşünceleri kendisine umut vermemeleri için uzaklaştırdı. Pablo’ya elini uzatarak “Gracias Pablo.” dedi. “De nada.” dedi Pablo gülerek adamın uzattığı eli sıkarken. Sonra döndü, bir eliyle Estrella’nın omzunu sıktı, ardından az önce oturduğu ağacın dibine geri çöktü. Önce Estrella karıştı ağaçların arasına, arkasını dönüp bakmamıştı. Gazeteci kadını takip ederken dönüp baktı Pablo’ya. Yüzünde yine dün akşamki gülüşü vardı. Gözlerini gökyüzüne çevirmişti. Kıza yetişen gazeteci “Ne dedi sana?” diye sordu merakla. Estrella’nın yüzünde bir gülümseme vardı. Sebebini bilmemek gazetecinin canını sıkıyordu ama o gülümsemeye bakıp kendi yüzüne de aynısından koymamak daha zor geliyordu. “Yalnızca seni yolun geri kalanında benim götürmemi istedi.” dedi Estrella kelimeleri dikkatlice seçerek. Gazeteciye yalan söylememiş oldu böylelikle. Gazeteci kafasında kaybettiği onca tartışmayı düşündü. Sonuçta hepsi kafasındaydı. Birini gerçeğe dönüştürmeden neler olacağını bilemezdi. Biraz daha düşünüp daha zararsız olduğuna karar verdiği bir cümleyle başladı. “Eğer beni bırakmasaydın bu yolda, benimle beraber bu yolun sonuna kadar yürüseydin ve sonrasında da benimle gelseydin o zaman neler olurdu?” Estrella sorunun sunduğu sonsuz olasılıklar arasında gezindi bir an. Yüzündeki ifade bir an kadını dağdan aldı ve bir geleceğe götürdü. Yüzünde yine mutlu bir ifade olan gelecekte gördü kendini. Ama yabancı bir yerdeydi. Hiç yeşilin olmadığı, toprak kokusunu alamadığı bir yerde... Yüzündeki gülüş yavaşça soldu. Gazeteci acı acı güldü. “Pablo haklı olduğumu bilmeliydi.” dedi. Önce tam olarak anlayamadı Estrella, sonra gazeteciye dönerek “Anlat bana.” dedi. “Bu yolun sonundaki geleceği anlat. Senin gözünden de görmek istiyorum.” dedi. “Peki.” dedi gazeteci. Derin bir nefes aldı. Kelimeler aklına hemen gelmedi. Biraz düşünüp kızın gözlerine baktı. “Şey, öncelikle güzel bir kadına verdiğim sözü tutup haberimi yazmalıyım. Ardından sanırım istifa ederdim. Seni şehirde tutabileceğimi sanmıyorum. Ardından belki beraber Kanada’ya taşınabilirdik. Orada bir çiftlikte yaşayabiliriz. Dağlara yakın bir yer... Çocuklarımız olabilir Estrella. Kendimize ait bir yaşam... Küçük ama mutlu. Mutlu olabiliriz Estrella.” diye bitirdi acele sözlerini. Sanki her şey kafasından bir an önce çıkıp gidip bir daha geri dönmeyecekmiş gibi konuşmuştu. Kadın, adamın acele sözlerini yavaş yavaş düşündü. “Evet.” diye yanıtladı sonra adamı, “Mutlu olabilirdik.” Adam, “Ama ruhunu getiremezdin değil mi? Pablo’ya da söylemiştim. Geleceğini bilsem her şeyi yapardım Estrella.” dedi ve umutsuz gözlerini yere dikti. “Gelmeyeceğimden bu kadar mı eminsin?” dedi. “Gelir miydin?” dedi gazeteci. Sesinde hiçbir umut kırıntısı yoktu. “Belki.” dedi kadın sesinde bir kırılmayla. Gazeteci acı bir gülüşle başını salladı. Estrella yola devam edince o da takip etti. Sessiz geçen yolun sonunda açıklık göründü. Açıklığın sonunda da asfalt yol uzanıyordu. Yoldan geçen birisi tarafından görünebilecekleri açıklığa çıkmadan önce gazeteci kızın elini tuttu. “Bekle.” dedi “Her ne olursa olsun bunu sana sormadığım için kötü hissedeceğim Estrella. Benimle gel. Benimle ol. Her şeyi çözmenin bir yolunu buluruz. Bulabiliriz. Biliyorsun.” dedi. Kafasını kaldırdığında kızın gözünden bir damla yaş döküldü. Yavaşça başını kızın başına yaslayan gazeteci gözlerini kapattı. Elleri kızın yüzünün iki yanında duruyordu. Kendi içinde bir vedaya hazırlanırken kızın dudakları kendi dudaklarını buldu. Yalnızca basit düşünceler geçti adamın aklından bu basit anda. “Dudaklarında orman tadı var.” diye düşündü. “Onu buraya bağlayan bir başka şey daha. Dudakları kızın dudaklarında olmasaydı derin bir iç çekerdi belki. Orada ne kadar kaldığını bilmiyordu ama geri çekilenin kendisi olmadığını biliyordu gazeteci. Hiçbir şey söylemedi kız. Yalnızca adamın elini tutup onu asfalt yola kadar geçirdi. Kendi ayakları toprakta kalan kız, adamı yavaşça asfalt yola çıkardı; artık adamın da gözlerinden yaşlar akıyordu. Söylenecek, söylenebilecek herhangi bir doğru söz yoktu; bu yüzden ikisi de susmayı tercih etti. Kız sonra yavaşça adamın ellerini bıraktı. Geri geri yürüyerek ağaçların arasına karıştı. Son ana kadar gözlerini gazetecinin yüzünden ayırmadı. Sonra sanki onların doğal bir parçasıymış gibi ağaçların arasında kayboldu. Gazeteci, ağaçların arasına bakarken hala kızın gözlerini üzerinde hissediyordu. Neden sonra anladı, artık dağ ona bakıyormuş gibiydi... Tüm uzantıları üzerindeki her bir bitki, örtüsüyle onu izliyordu adeta. Gözlerini dağdan ayıramadan sırtındaki çantayı indirdi. İçinden çıkardığı not defterini açtı. Birkaç sayfada kızın karakalem eskizleri vardı, onları istemeyerek geçip yazdıklarının yarım kaldığı sayfayı buldu. “Gülüşünün yarısı hep bu dağlarda.” Kalemi eline alıp devam ettirdi satırları. “Hep bu dağların arasında kaldı fikirleri, düşünceleri, hayalleri.” Daha fazla yazmak istedi ama beyni kaleme hükmetmedi. Sessizce çöktü asfalt yola. Bitmemiş şiirler yankılanıyordu beyninin içinde bakarken topraktaki sessiz uçuruma.



Sierrada tanıştığım bir tahta kurusu,

Estrella

Öldüğünde aynı yaştaydık,

şimdi sekiz yaş var aramızda