Bu hikayede yapılmaması gereken her şey yapıldı, olmaması gereken her şey oldu ama hiçbir zaman pişmanlık yaşanmadı.


Şaraptan sağlam bir yudum aldı, ellerini ensesinde birleştirip çimlere doğru uzandı. Şehrin ışıkları, yıldızları görmesine engel oluyordu ama yıldızlar bu gece bir şeyler söylemek istiyorlardı sanki. Gözlerini kapatıp yıldızları düşünmeye başladı ve gülümsedi. Gülümsedi ve düşündü: tüm düşünmemesi gerekenleri. Dönüş yolunu düşündü mesela, köpek çetelerinin içinden sallanarak geçtiği geldi gözünün önüne. Daha da gülümsemeye başladı. Köpekler peşine düşmüştü düşünde, bacakları birbirine dolanıp yere kapaklandı. Acıdan bağırdı düşünde, köpekler korkup kaçtı. Gülümsemeye devam ederek yine düşündü: düşünmemesi gereken şeyleri. Onu düşündü, suratı asıldı birden. ''Beni sevme sakın.'' dedi düşünde. Düşünmedi ondan sonra, şehrin tüm kirli ışıklarına açtı gözünü.


Saat gece yarısını yeni geçmişti. Belirli belirsiz şeyler mırıldanıyordu, anlamak tam olarak mümkün değildi. Gecenin sessizliğini de bu mırıltılar ortadan ikiye yarıyordu sanki. Ayağa kalkacak gibi aniden doğruldu yerinden. Dibi kalmış şarabın son yudumunu da içti. Yüzünü ekşitip ceplerinde bir şeyler aramaya başladı. Sigarasını buldu, yavaş hareketlerle dudaklarının arasına götürdü. Paketi ters çevirip salladı, içinden bir çakmak düştü çimlere. Birkaç kez yakmaya çalıştı ama nafile... Çakmak taşı sıkışmıştı, yanması mümkün gözükmüyordu. Çakmak taşını yerinden çıkarıp kontrol etti, tekrar yuvasına oturttu. Yanmamakta ısrarcıydı çakmak. O da anlamıştı yanmayacağını, sonunda vazgeçti. Dudaklarının arasında sigarasıyla etrafa göz gezdirdi bir süre. Gelen giden olursa ateş isteyecekti. Oturduğu yer kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdi. Şehrin biraz dışında, herkesten uzak bir park. Tam karşısında şehrin otogarı, onun tam üstünde de hastane vardı. Otogarı sık sık kullanırdı ama hastaneye hiç uğramamıştı henüz. Tekrar uzandı çimlere doğru. Kapadı gözlerini düşsüz bir karanlığa.


Tekrar uyandığında sol elinde tatlı bir sıcaklık hissetti. Bu tatlı sıcaklık parmaklarının arasından yere dökülüyordu. Doğrulup sol eline baktı. Yaraları, neredeyse kandan gözükmüyordu ama o tatlı sıcaklıkla hiç acı hissetmiyordu. Etrafına bakındı, ortalıkta kimse gözükmüyordu. Sadece önünde kırık şarap şişesinin parçaları vardı. Çimlerin arasından son sigarasını gördü, tekrar dudaklarının arasına aldı. Ayağa kalkıp tek eliyle üstünü silkeledi. Çöplerini bir poşete topladı, ağzını güzelce bağladı. 3 metre kadar ilerideki çöp kutusuna salladı.


Tatlı sıcaklık, yerini müthiş bir acıya bırakıyordu yavaş yavaş. Ne yapacağı hakkında en ufak fikri yoktu. Sigarasını yakmak için parkın biraz aşağısındaki benzinliğe yürüdü. Benzinliğe girip çakmak istedi, kasiyer cebinden kendi çakmağını çıkarıp verdi. ''Parasıyla olanlardan yok mu?'' dedi. Kasiyer çakmağı cebine attı, tam önündeki çakmaklara uzanıp bir tanesini verdi. Elindeki tüm bozuklukları para tablasının üstüne koydu. Arkasını dönüp tuvalete girdi. Bir süre aynada kendi suretini izledi. ''Karşımdaki ben miyim şimdi?'' diye mırıldandı birkaç kez. Kafasını eğip eline baktı, musluğu sonuna kadar açtı. Elini musluğun altına tuttu uzun bir süre. Sımsıkı kapadığı gözlerini açtı. Elindeki kan kurumuş, kızıllık kendinden hiçbir şey kaybetmemişti. Öbür eliyle kızıllığı iyice ovaladı, artık acımıyordu sanki. Kopardığı peçete yığınını elinin üzerine bastırdı, aynada tekrar suretine baktı. Yüzü duman grisiydi. Ten renginin böylesine değişmesi bir an için onu korkuttu. Tuvaletten çıkıp hastaneye doğru yürümeye başladı. Gözlerinin önüne siyah lekeler düşüyor, sanki saçı önüne düşüyormuş gibi sağlam eliyle saçlarını düzeltmeye çalışıyordu. Yolun karşısına geçti, iki ağacın arasına işemeye başladı. Nereye işediğini bilmiyordu, pantolonu sıkı ıslanmıştı. Önüne baktı, hastaneye böyle girmek istemedi. Hastanenin hemen yanındaki marketin merdivenlerine oturdu. Üstünün kurumasını bekliyor, bu arada da içemediği sigarasını içiyordu. Cebi titredi, telefonu çıkardı. Telefon susana kadar, hiç kıpırdamadan ekrana öylece baktı. Sanki kıpırdasa karşı taraf telefonu bilerek açmadığını anlayacak gibi hissetti. Yarım saat kadar vakit geçmiş, artık neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Elindeki kızıllığın sebebi neydi ve neler olmuştu? Bunları hatırlamaya çalışırken parmaklarını oynattı ve müthiş bir acı hissetti. Sanki tekrar tekrar kesiliyordu eli. Bir an için korkmaya başladı, üzerinin kurumasını beklemeden kalktı, hızlı adımlarla hastaneye girdi.


Hasta kayıt bölümüne yanaştı usul usul. Kayıttaki suratsız kadına kimliğini uzattı, elini gösterdi. ''Ne oldu böyle? Kavga mı ettin? İş kazası falan mı yoksa?'' dedi kadın. Zihnini zorladı, kavga etmemişti, bir işi de yoktu zaten. Birdenbire ''Düştüm. Şişe vardı yerde, şişenin üzerine düştüm.'' dedi. Kadın kaydını yapıp eliyle sarı odayı gösterdi. ''Git oraya, ver bu kağıdı oradakilere.'' dedi. Sarı odadan içeri girip masanın etrafında toplanan kalabalığın arasına girdi. ''Pardon, kim ilgileniyordu bu zımbırtıyla?'' deyip, küçük kağıdı uzattı. Hepsi dönüp ona baktı. İçlerinden birisi ''Neyin vardı?'' diye tekrar sordu. O da tekrar elini gösterdi. ''Kavga mı iş kazası mı?'' diye tekrar sordu zayıf suratlı doktor çocuk Doktorun yüzüne bir süre baktı, ''Düştüm işte.'' dedi. ''Şuradaki boş sedyelerden birisine otur, birazdan birisi gelip ilgilenir.'' dedi. Zayıf suratlı çocuğun dediğini yapıp boş bir sedye buldu ilk önce, sonra boylu boyunca uzandı. Uykusu gelmiş, göz kapakları kendiliğinden kapanıyordu. O arada odaya bir sürü insan doluştu, peşinden de bir o kadar polis. Kargaşanın arasında yanına yaşlı bir teyze geldi, inim inim inleyip duruyordu. Tüm bu curcunanın arasında uyumayı başarmıştı. Kimseler de yanına gelip neyi olduğunu sormamıştı daha. Uyandı. Telefonuna baktı, saat gece yarısını 3 saat geçmişti. Ne zaman hastaneye geldiğini, ne kadar uyuduğunu tam kestiremiyordu. Yanında inleyen teyze gitmişti ama polisler oradalardı. Sinirlenip kalktı sedyeden, tuvalete girdi. Elindeki kan kurumuştu. Tekrar suyla yıkadı elini, peşinden bir sürü peçeteyi doladı eline. Nefretle etraftakilere bakarak uzaklaştı oradan, sallana sallana, sanki yıkılacakmış gibi.


Küfür ederek hastaneden dışarı çıktı. Sabah karşı soğuğunu yüzüne vuran rüzgarla hissetti. Gözlerinin önüne düşen siyah lekeler büyümeye ve artmaya başladı. Cüzdanını çıkarıp içine baktı, 20 lirası kalmıştı. Acil servisin önünde bir taksi bekliyordu, şoför arabadan inip ona baktı. ''Taksi mi lazım yeğenim?'' dedi. Evet anlamı gelecek bir şekilde başını salladı. ''Sükutkent ne kadar tutar dayı?'' diye sordu. ''Taksimetre ne yazarsa odur yeğenim.'' dedi soğuğa aldırış etmeyen bağrı kıllı adam. Adamın yanına sokulup cüzdanı gösterdi. ''20 liraya götürürsen gidelim dayı.'' dedi. Birkaç saniye düşündü adam, ''Geç otur bakalım.'' dedi.


"Kolonya var mı sende be dayı?" diye sordu adama. Şoför bir süre arandıktan sonra kolonyayı buldu, uzattı. Eline sardığı peçeteyi yavaş yavaş çözmeye başladı. Peçete yaraya yapışmak üzereydi, canı inanılmaz yanıyordu. Gözlerini kapatıp elindeki kesiklere kolonyayı boca etti. Şoför şaşkın şaşkın ona bakıyordu. ''Bir dikiş attırsaydın yeğenim, iltihap yapar o yara.'' dedi. ''Geceden beri bekliyorum dayı, kimse gelip bakmadı. Ben de çıktım geldim. Bir şey olmaz. Olmadı sabah giderim.'' dedi. ''Nasıl oldu bu?'' diye sordu şoför, ''İş kazası dayı.'' dedi. Yolculuğun kalan kısmı sessiz geçti. Sadece, iki uzun binanın yanından geçerken şoförü durdurdu birkaç saniyeliğine. Sonra yollarına devam ettiler.


Kapının önüne geldiler, şoföre gıcır gıcır 20 lirayı uzatıp teşekkür etti. Ne zaman gelse kapısı açık olan apartmanın kapısı şimdi kapalıydı. Tek eliyle aranmaya başladı, anahtarını bulup içeri girdi. Suikastçi ninjalar gibi sessizce merdivenleri çıkmaya başladı. 3.kattaki evinin önüne geldi, yavaşça anahtarı kapıya soktu. Çevirdi, çevirdi, çevirdi. Eve girer girmez odasına yöneldi. Üstünü çıkarmadan yatağa girdi. Etrafın karanlık olmasına rağmen siyah lekeleri görmeye devam ediyordu ama artık garipsemiyordu. Gözlerini kapatıp uyumaya çalıştı.


Birkaç saat geçmiş ama hala uyuyamamıştı. Midesi bulanıyor, eli müthiş sızlıyordu. Artık güneş de yüzünü göstermiş, ortalık iyiden iyiye aydınlanmıştı. Gözlerini açtı, siyah lekeler gitmişti ama her şeyi bulanık görüyordu. Elini oynatmak istedi ama kan kurumuş, çarşafa yapışmıştı. Hafifçe inleyerek elini çarşaftan kurtardı ama peçete olduğu gibi yaraya yapışmıştı. Peçeteyi yarasından ayırmak için tuvalete doğru yürümeye başladı. Gözü artık hiçbir şeyi görmüyor, el yordamıyla tuvaleti bulmaya çalışıyordu. Kapıdan içeri girdi, çeşmeyi açıp elini altına tuttu. Bir an ne olduğunu anlayamadı, vücudu onu ayakta tutamıyordu. Midesi bulanıyor, gözleri kararıyor ve başı dönüyordu. Belki kendi gelirim diye yüzüne su vurmaya çalıştı, ama bayılmasına engel olmadı. Kafasını tuvaletin kapısına vurmuştu, zonkluyordu. Düşer düşmez kendine geldi, duvarlara tutunarak uzun koridordan mutfağa doğru yürüdü. Sürahiyi bulup hiç bardak aramadan kafasına dikti. Tekrar bayılır kalırım korkusuyla odasına emekleyerek gitti. Yatağına girip yorganı boynuna kadar çekti. Pencereden vuran güneş artık tüm odayı aydınlatmıştı. Kelime-i şehadet getiriyor, bildiği tüm duaları okumaya çalışıyor ama hepsini birbirine karıştırıyordu. Birdenbire sustu ve gözlerini tavana dikti.

''Öldürmeyeceksin beni, almayacaksın canımı, biliyorum. En azından bugün ölmeyeceğim. Görmemem gereken her şeyi gördükten sonra öleceğim ben, çekmediğim tüm acıları çektikten sonra öleceğim.''


5 dakika kadar sonra uykuya daldı, birkaç saat uyudu. Uyandıktan sonra hastaneye gidip eline dikiş attırdı. Geceden beri kaybettiği kan yüzünden bayılmıştı.

Çok yollar yürüdü ama asla bir adım atamadı.

Son zamanların en iyi kaybedeniydi.