Neredeyim, ne yaşıyorum, ne yapıyorum hayat akıp giderken kendi dünyasında? ben neresindeyim bu döngünün, beni baştan aşağı bu döngüye dahil eden o kahrolası duygularda mıyım yoksa?
Nerede kaldım ben?
Ötekileştirdiklerimin ötesine çok uzaktım, geri döndüm sanki ya da hiç gitmemiştim ki...
Gidemeyen bir şeyler kalmıştı geride, yolunda gitmese de bir şeyler.
Kalmıştı da. Kalmıştım ya böyle, kaldım da...
Kalınca da eksilmedim, varlıkları ve çoklukları ile beni çoğaltan yokluklar eksik olamayacak kadar çoktular çünkü...
Ama eksiklik kelime olarak bile eksikti.
Çünkü eksik olan bir yokluktu.
Hakikaten eksikti bir şeyler, yokluğunda varlık bulacak kadar eksik, varlığın yokluğu olacak kadar da fazla bir eksiklik...
Varlığın yokluğu ya da yokluğun varlığındaki arayışlardan başka varılacak bir yol da yoktu üstelik, o kadar yoktu ki o kadar yoklardı ki o kadar da yok işte...
Şimdi ben neredeyim, nerede kaldıysam oradayım evet, giden kalanlardanım yani.
Nerede eskimiş hissediyorsa oradadır insan. Nerede eksilmişse bir parçamız, bir yanımız hep orada işte; kalp atışımız bile hep orada, o anda. Kalbimizin attığını da orada hissederiz sadece, sonra da bir daha duyamayız o atışı. Zaten bu yüzdendir ya eskimiş hissetmek, bu yüzdendir ya giden kalmışlık...
Bu yüzdendir ya giden kalmışlıktan öteye gidememek...
Yanlış yerde de olabilirim doğru yerde de...
Doğru yanlış birbirine karışmış, gri olmuşken bundan söz etmenin elbet bir manası da yok zaten.
Bir yerdeyim işte.
Fark etmeden anda ve anılarda, muayyen bir mutlulukta, bitmeyen bir döngüde yaşıyorum.
Giden kalmışlıkla ve o kadar yoklar kilerin içinde ve geldiğim ve gittiğim yolu eşitleyen o döngüde vardığımla kalarak yaşıyorum...