“Bu dünyaya şöyle bir baktığımdır”

geçip gitmek zamanın en ince yerinden

on bin, yüz bin, milyon fersah mesafe işte

bütün uzaklıkları bir nefeste tüketmek

sürükleniyor yorgun kanatlarım

sürükleniyor bilinmeze

göç değil

hiç değil

çünkü biliyorum

geçtim daha önce bu yollardan

uçurumlardan, şose boylarından

kalabalık kaldırımlardan

geçtim çatılardan, balkonlardan

meydanlardan, dar çıkmazlardan

geçtim bulutlu gözlerinden

aklın unutulmuş köşelerinden

“bu dünyayı şöyle bir dolaştığımdır”

ne çok isterdim

yıksın kalbin dalgaları

bu esir olduğum endişe duvarlarını

geceler girmesin kanıma

ne çok isterdim

kâşifi olmayı bilinmez mekânların

“bu dünyanın ortasında şöyle biçare kaldığımdır”

Şimdi size bir miras

mavi ve kirli gökyüzü

yosunlu bir okyanus

durmadan kayan yaramaz kara parçaları

eğilip su içtiğim

kışları donmasın diye kanat

vurduğum nehirler

işte size miras

unutulmuş bir yüz

her şeyiyle aynı ve aynılığıyla

yenilgiye mahkûm bir hayat

“bu şu dünyada tükendiğimin resmidir”

şimdi âşk

şimdi rüya bir gece yazın

şimdi an ve o anın doğurduğu yıldızlar

hızlanıyor her şey birden

ve birden olan her şey gibi

düşüyor ve kayboluyor birden

durmadan, dağılmadan, doğuyor yeniden

onulmaz yasaların acımasız gerçeği

“bu dünyanın kanun üstünde

döndüğüdür”

şimdi beni bekleyen

uzak ihtimaller

renkler, renksizlikler

soyut kuş sürüleri, hayali dağlar

büyülü ormanlar, çılgın denizler

rüyadan artık yıldızlar

dünyadan öte

evrenden içre

o sonsuz yaşayışlar

sürükleniyor yorgun kanatlarım

bilinmeze

göç değil

hiç değil

“bu benim dünyadan

şöyle kendileyin gidişimdir”